31 Temmuz 2012 Salı

İŞLER GÜÇLER: behbehbehbehbehbeeh!


Ne kadar da datlı bir o kadar farklı
Beh beh beh beh beh beh
Ne kadar da pişkin hayata ilişkin
Ne kadar da, ne kadar, ne kadar da, ne kadar
Ne kadar da değişik, bir o kadar ilginç
Beh beh beh beh beh beh
Yakalayamayabilirsen üzülme sen.
Hayatın olmuş işler güçler
Beh beh beh beh beh beh

Anlayan anladı, lafım anlamayanlara...

Kolay kolay Tv programı reklamı yapmam, hakeden yok da ondan. Saçma sapan diziler, ağlayan yırtınan insanlar, berbat showlar, yalan yanlış haberler, taraflı konuşmlalar ohooo saymakla bitmez.

Ama hala umut var bakın. Şu sıralar Star Tv'de gelmiş geçmiş en komik yerli yapım oynamakta. Selçuk Aydemir yönetiyor, yazıyor, Murat Cemcir, Ahmet Kural, Sadi Celil Cengiz başrolleri paylaşıyor, alemi kırıp geçiriyor. İlk bölümden beri her bölümde bu kadar mı başarılı olunur, bu kadar mı şok eden espiriler uçuşur, o nasıl bir kafa, o kafaya helal olsun. İnsan bu dizi ile gülme kapasitesinin sınırlarını zorluyor, motor yanıyor diyorum gülmekten dumanlar çıkıyor, canın acıyor o derece. Beni dinleyin izleyin, izleyin ki kalkmasın yayından reyting uğruna. Hatta bir başlayın ben eminim kaçırdığınız bölümleri hayatınızda ilk kez internetten bile izleyeceksiniz.

Her perşembe, star tv'de, saat 22.00'de...

dizi diye böyle işlerle gelin canımı yiyin.

6 Temmuz 2012 Cuma

eyvah popom büyüdü!


"Bebek beklemek" ne güzzel bir cümle, ne heyecanlı, ne umutlu, ne dolu... Düşündükçe mutlu olmamak, her gün daha çok şişen karnınızı okşamamak, gidip  minik kıyafetleri sevip tekrar tekrar katlamamak elde değil. Her yerde bebek görmek, sokaklardaki çocuklara dikkatle bakmak, yaşlarını tahmin etmece oynamak, annelerine sempati duymak. Demek 1 yaşına geldiğinde bu kadar olacak diye sevinmek. Komik minik kıyafetlere baktıkça evcilik oynanan, oyuncaklar giydirip yedirilen,  bakılan uyutulan günlere geri dönmek ve o zamandan kız çocuklarının iç güdüsel olarak hazırlanış evresini, kavramak. Motorcu hatun konseptinden "evinin gadını cocuhlarının anası" konseptine mutlulukla yumuşak iniş yapmak... Hepsi de pek güzel.

Ancak ben mutluluğun resmini yapamam ki Abidin! Bir kaç gerçek daha var söylemeden edemem... Görünen odur ki bebek beklemenin "beklemek" tarafının güzelliği daha çok şanslı babanın payına,  "bebek" ile gelen sosyal değişim ve hayatla mücadele endişeleri de babadan ziyade ağırlıkla anne adayının payına düşüyor. Doğuma gidene kadar oluşan hormonal ve psikolojik değişimleri, hatta doğum stresini saymıyorum, zaten bunları "hepimiz doğurduk ne olacak" mantığı ile  bol miktarda hafife alan duyarsız varken, anne adayı da bu etkileri canı yanmadıkça görmemeyi, göstermemeyi yeğliyor, taş basıp oturuyor, böylesi herkesin de pek işine geliyor. Yani bir kere daha anladım ki insan aslında nazı geçene ağlıyor, birine canınız yandığında mızıklanmamayı seçmeniz o kişiye yakınlığınız ile ters orantılı gidiyor. Bilmeyen yoktu yineledim.

Geriye mızmızlanmanız için kalıyor cephedeki değişimler, vay varisim patladı, eyvah popom bağımsız cumhuriyet oldu, ellerim at nalına döndü, bu göğüsler benim mi allahım, ayaklarıma sorsan insan değil hobbit ırkındanım, netekim katana artık gemi türü olmaktan çoktan çıktı, o dediğin bizzat benim... Aslında ne şişkoluk endişesi, ne çirkin kalıcam stresi, hepsi hikaye, kimin umurunda geçici estetik kaygılar, çok mu mutsuzsun, derdin bu olsun, biricik kocana yalvarırsın cerrahi denen bir şey var yatarsın masaya, olursun "bella", a canım!  Bu konuda gerçek şu ki aslında dillendirilemeyen korkular dillendirilebilenler üzerinde yapay bir biçimde patlak veriyor. Bu noktada poponun büyüklüğü, selilütlerin artışı, çatlak korkusu hakettiğinden fazla abartıyla ve sıklıkla gündeme geliyor. Asıl korkulan ise sadece içinde kalanın bilebileceği çember (the ring:)...   Çemberden kasıt alyans değil şekerim, evlenmeyle oluşup zamanla alışılan ancak çocuk haberi ile bu kez de daralmaya başlayan o meşhuuuur çember.  Hiç bir şey anne adayını hayatının iyi niyetli aile eşrafınca kuşatılması ve müdahaleye uğraması kadar korkutamıyor. Çocuğa odaklı, kendi hayatlarına renk katma amaçlı, yetişkin anne adayının duruşunu, bilincini hiçe sayan bana kalırsa bencil yaklaşım bebek bekleyen anneyi ister istemez haddinden fazla ürkütüyor. Bu stresler baba adayını doğrudan etkilemediği gibi farketmesini beklemek bile gökten UFO inmesini beklemek kadar saçma oluyor.  Erkek kısmının çemberi elbette daralmıyor,  en baştan beri bilinen ve beklenen sınırlar içerisinde keyifli anların ve çocuklu hayat hayallerinin tadını sonuna kadar çıkarıyor, aynı aile eşrafı tarafından müdahaleye uğrama ihtimali yok denecek kadar az, zaten sabah gidiyor akşam geliyor, yüzünde güller açan insanlarca kucaklanıyor ya da bunu bekleme hakkını fazlasıyla kendinde görüyor, şımartılıyor, kadın hafife alınırken, o bolca sakınılıyor... Zaten yükler, korkular, beklentiler altında üstelik sosyal hayatsız kalan kadın da köşesinde biraz boynu bükük kendi yalnızlığına doğru itiliyor. Zaten her ne oluyorsa aslında yine kadınlar arasında oluyor,  erkeklere söyleniriz ama bazen kadınlar da kadınları üstelik bilerek anlamak istemiyor.
Tüm bunlara alışkanlıklarınız da ekleniyor. 34 yaşına kadar kendi hayatınızı kendiniz kurmuşsanız, mücadelenizi tam bağımsız ve başarılı biçimde vermişseniz, istediğinizde ihtiyaç duyduğunuzda yalnız (ya da başbaşa)  kalabilme, kafa dinleme seçimini hep bir elinizde tutmuşsanız, siz istemedikçe kimse müdahale edememişse yaşanan şok ve çembere sığamama durumu da daha sert oluyor. Tam da bu noktada anne adayı, çevresi düşünceli olmak adına düşüncesizce sarılıp sarmalandıkça yalnızlaşan, doğal ortamında olamamanın verdiği yapaylıkla sonunda kendine bile yabancılaşan, kaçmayı düşleyen ama kaçamayan bir kadın olma yolunda yürüyüşüne başlıyor.  Ya da bu öngörünün gerçekliği ile korkuya kapılabiliyor ki bu da daha çok hata ve daha çok saçmalık demek oluyor. Oluşan kaos, sonunda herkesi bir kerede yutacak gibi büyüyebiliyor. Kimsecikler asıl sebebi anlamıyor, anlamak da önce ben diyen kimsenin işine gelmiyor, hatta tüm bunları yaşayıp deneyimlerini birer savaş nişanı gibi omuzlarında gururla taşıyanların bile pervasızlığı anne adayını anarşistliğe ve otoriteye karşı güç kullanmaya sevk edebiliyor. Poposu da sonsuza dek kocaman kalıyor... :)

Abartmış olabilirim, ya da belki de az bile söyledim anlayın işte mazeretim var hamileyim.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Uçarak, koşarak, yuvarlanarak...



Ey ahali, kendini naza çekmenin tam karşılığı olmuşum da haberim yok. Sen kalk geri geldim diye teeeğ Şubat ayında haber sal, sonra aylarca fragmanına baktığımız filmlerdeki gibi tek  pragrafcık olsun yazı yazmayı al askıya yan gel yat.

Şubat 2011 gibi film kopmuş, sonra sarmış da sarmış...

Sesimin kesildiği o günlerde, 6 senedir yanında çalıştığım gestaponun artık canımı fazlasıyla yakması sonucu taşan sabrıma uydum. Ezilen emekçiler adına küçük, kendim için büyük bir iş yaptığıma motive olmanın gazıyla patronuma, eksik ssk primleri, elden maaş ve mobbing sebepli dava açarak işime son verdim. İşten çıkmak deyip geçilmesin lütfen,  kadın sindirmiş bir kere, onca sene kocasından dayak yiyen kakılmış misali içimde semirmiş tombul bir tırsaklık, sinmiş de sinmişim, bir de ne haddimeyse dava açmışım, breh breh! bu ne cürret, yani o günlerde korku doluyum...  Kadına gık demeye cesaret edemeyen ben, dava açıp işinden tam olarak fıyınca strese girip kabuğuma çekildim. Ardından da 1 aylık bir işsizlik süreci, eh asker yolu gözlerken yaşanan yalnızlık da eklenince içimi daraltan anıları yazıya dökmek de zor geldi.  Neyseki çok daha iyi koşullarda, üstelik şef konumunda bir işe girdim de rahatladım, geçti gitti. Rahatladım derken sadece psikolojik, büyük ofis, büyük proje büyük çalışma demek, bu sefer de aylarca eve gelince değil blog yazmak, bilgisayarı görecek tahammülü kendimde bulamadım. O da işten eve gelebilirsem şayet. :) Olsun, belki işler yoğundu ama saygı ve huzur ortamı olunca çalışmaktan da gocunmuyor insan.

Bu arada da askerim otokom 13 Mayıs 2011'de geri döndü. Onu havalanında gördüğüm ilk anı ayrı bir hikaye ile anlatacağım lakin okuduğunuz bu 1 yıllık özetin akıp giden pervasız kelimeleri, ayların birikmiş özleminin o tek anda bitişini anlatacak kudrete yanaşmaya bile cesaret edecek değil. Bu son cümle benim miydi allahım? :)

Onun gelmesi ile hayat da güzelleşti, ürkekliğim dindi, hayat yine gülümser oldu, ben gülümser oldum, güneş doğdu, kuşlar omzuma kondu, kediler kucağımda uyudu ve Haziran gibi ailemin yaşadığı şehre gidip beni istedik. "Beni istedik" çünkü İstanbul'dan oraya bir haftasonu birlikte gidince ben de kendimi istemeye gitmiş  oldum,  komik durdu. Babam beni verince de aldık beni döndük. :)

Nişanlılık, düğün hazırlığı dönemi adetten değil gerçekten pek bir zormuş, niyeti olanlara tavsiyelerim gani... Kaldıki herşeyi en kolay biçimde halletmeye eğilimli olmak bile kurtaramadı, zamanın darlığı, işlerin fazlalılığı, evin eşyasını yapanların yavaşlığı bizi çileden çıkardı. Üstüne sevdiğim adamın evladım yerine koyduğum biricik oğlum kedim Pati'yi istemediğini öğrenmem hayatımı iyice zorlaştırdı. Seçim yapmanın ya da yapmak zorunda kalmanın karanlığı üzerime zift gibi serildi. Herşey siyahlaştı, umutlarım tükendi, sevinçlerim zayıfladı,  korku, pişmanlık, vicdan azabı, kararsızlık, hepsi yüreğime çöreklenip uzun süre orada kaldı.  Neyse ki ailem bu yüzden yorgan yakmamam için onu evlatlık aldı ve benden bile iyi bakar oldu da, ona dair gözyaşlarım haftalar sonra biraz dinebildi. Tüm zorlukları aşıp, 7 Ekim 2011'de bolca göbek atarak, eğlenerek, coşarak evlendik gitti.  

Balayı macerasını da ayrıca anlatacağım, zira o da traji komik bir deneyimdi ve elbette her beklenmedik durum gibi detaylandırılmayı ve bir hikaye ile taçlandırılmayı çoktan haketti.

Bu arada ben o pek yoğun işimden eve uzaklığı ve gece yarılarına kadar çalışma gerekliliği sebebi ile evlenmeden 1 hafta önce ayrılmıştım. Evlilik ve alışma dönemi ardından başladım yine iş aramaya ve  tam buldum ki başladıktan 2 ay sonra hamile olduğumu öğrendim...  Sancılı bir ilk üç ay geçirdiğimi anladığımda işe gidemeyecek durumdaydım ve o işten de mecburen ayrılıp, "evinin gadını, cocuhlarının anası" rolüne soyundum. İyi de oldu, lakin sabah 7.30 da kalkıp, akşam 20.00 de eve döndüğüm bir hayat benim gibi beslenmesine pek de dikkat edemeyen birini hamilelikte çok zorlayabilirdi. Bütün gün bilgisayar başında oturmanın bana kazandıracağı ekstra ekstra large beden de cabası olurdu ki, amaneyn!

Şimdi o'lum Efe  her nasılsa öğrendiği judo hareketlerini karnımın orasına burasına uygulamakla meşgul... 24 haftalık koccaman bir adam oldu. Bekliyoruz Ekim ayını ki gelsin de görelim minik sersermin endamını.

İşte böyle, en sadeleştirilmiş hali ile uçarak koşarak, yuvarlanarak geçmiş bir yıllık yaşam. İnsan hayatında bir yılda neler değişirmiş meğer, kaç tür sevinci, kaç tür hüznü görürmüş gözler, ne toymuşum hayata dair, kimbilir ne toyum şu an bile...

Hayat, kısa özetli uzun bir hikayeymiş. Yakından bakarsan gam dolar, uzaktan bakarsan komikleşirmiş...:)

sevgiyle...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...