Ey ahali, kendini naza çekmenin tam karşılığı olmuşum da haberim yok. Sen kalk geri geldim diye teeeğ Şubat ayında haber sal, sonra aylarca fragmanına baktığımız filmlerdeki gibi tek pragrafcık olsun yazı yazmayı al askıya yan gel yat.
Şubat 2011 gibi film kopmuş, sonra sarmış da sarmış...
Sesimin kesildiği o günlerde, 6 senedir yanında çalıştığım gestaponun artık canımı fazlasıyla yakması sonucu taşan sabrıma uydum. Ezilen emekçiler adına küçük, kendim için büyük bir iş yaptığıma motive olmanın gazıyla patronuma, eksik ssk primleri, elden maaş ve mobbing sebepli dava açarak işime son verdim. İşten çıkmak deyip geçilmesin lütfen, kadın sindirmiş bir kere, onca sene kocasından dayak yiyen kakılmış misali içimde semirmiş tombul bir tırsaklık, sinmiş de sinmişim, bir de ne haddimeyse dava açmışım, breh breh! bu ne cürret, yani o günlerde korku doluyum... Kadına gık demeye cesaret edemeyen ben, dava açıp işinden tam olarak fıyınca strese girip kabuğuma çekildim. Ardından da 1 aylık bir işsizlik süreci, eh asker yolu gözlerken yaşanan yalnızlık da eklenince içimi daraltan anıları yazıya dökmek de zor geldi. Neyseki çok daha iyi koşullarda, üstelik şef konumunda bir işe girdim de rahatladım, geçti gitti. Rahatladım derken sadece psikolojik, büyük ofis, büyük proje büyük çalışma demek, bu sefer de aylarca eve gelince değil blog yazmak, bilgisayarı görecek tahammülü kendimde bulamadım. O da işten eve gelebilirsem şayet. :) Olsun, belki işler yoğundu ama saygı ve huzur ortamı olunca çalışmaktan da gocunmuyor insan.
Bu arada da askerim otokom 13 Mayıs 2011'de geri döndü. Onu havalanında gördüğüm ilk anı ayrı bir hikaye ile anlatacağım lakin okuduğunuz bu 1 yıllık özetin akıp giden pervasız kelimeleri, ayların birikmiş özleminin o tek anda bitişini anlatacak kudrete yanaşmaya bile cesaret edecek değil. Bu son cümle benim miydi allahım? :)
Onun gelmesi ile hayat da güzelleşti, ürkekliğim dindi, hayat yine gülümser oldu, ben gülümser oldum, güneş doğdu, kuşlar omzuma kondu, kediler kucağımda uyudu ve Haziran gibi ailemin yaşadığı şehre gidip beni istedik. "Beni istedik" çünkü İstanbul'dan oraya bir haftasonu birlikte gidince ben de kendimi istemeye gitmiş oldum, komik durdu. Babam beni verince de aldık beni döndük. :)
Nişanlılık, düğün hazırlığı dönemi adetten değil gerçekten pek bir zormuş, niyeti olanlara tavsiyelerim gani... Kaldıki herşeyi en kolay biçimde halletmeye eğilimli olmak bile kurtaramadı, zamanın darlığı, işlerin fazlalılığı, evin eşyasını yapanların yavaşlığı bizi çileden çıkardı. Üstüne sevdiğim adamın evladım yerine koyduğum biricik oğlum kedim Pati'yi istemediğini öğrenmem hayatımı iyice zorlaştırdı. Seçim yapmanın ya da yapmak zorunda kalmanın karanlığı üzerime zift gibi serildi. Herşey siyahlaştı, umutlarım tükendi, sevinçlerim zayıfladı, korku, pişmanlık, vicdan azabı, kararsızlık, hepsi yüreğime çöreklenip uzun süre orada kaldı. Neyse ki ailem bu yüzden yorgan yakmamam için onu evlatlık aldı ve benden bile iyi bakar oldu da, ona dair gözyaşlarım haftalar sonra biraz dinebildi. Tüm zorlukları aşıp, 7 Ekim 2011'de bolca göbek atarak, eğlenerek, coşarak evlendik gitti.
Balayı macerasını da ayrıca anlatacağım, zira o da traji komik bir deneyimdi ve elbette her beklenmedik durum gibi detaylandırılmayı ve bir hikaye ile taçlandırılmayı çoktan haketti.
Bu arada ben o pek yoğun işimden eve uzaklığı ve gece yarılarına kadar çalışma gerekliliği sebebi ile evlenmeden 1 hafta önce ayrılmıştım. Evlilik ve alışma dönemi ardından başladım yine iş aramaya ve tam buldum ki başladıktan 2 ay sonra hamile olduğumu öğrendim... Sancılı bir ilk üç ay geçirdiğimi anladığımda işe gidemeyecek durumdaydım ve o işten de mecburen ayrılıp, "evinin gadını, cocuhlarının anası" rolüne soyundum. İyi de oldu, lakin sabah 7.30 da kalkıp, akşam 20.00 de eve döndüğüm bir hayat benim gibi beslenmesine pek de dikkat edemeyen birini hamilelikte çok zorlayabilirdi. Bütün gün bilgisayar başında oturmanın bana kazandıracağı ekstra ekstra large beden de cabası olurdu ki, amaneyn!
Şimdi o'lum Efe her nasılsa öğrendiği judo hareketlerini karnımın orasına burasına uygulamakla meşgul... 24 haftalık koccaman bir adam oldu. Bekliyoruz Ekim ayını ki gelsin de görelim minik sersermin endamını.
İşte böyle, en sadeleştirilmiş hali ile uçarak koşarak, yuvarlanarak geçmiş bir yıllık yaşam. İnsan hayatında bir yılda neler değişirmiş meğer, kaç tür sevinci, kaç tür hüznü görürmüş gözler, ne toymuşum hayata dair, kimbilir ne toyum şu an bile...
Hayat, kısa özetli uzun bir hikayeymiş. Yakından bakarsan gam dolar, uzaktan bakarsan komikleşirmiş...:)
sevgiyle...