27 Şubat 2011 Pazar

Göğe Bakma Durağı, T. Uyar


"şairlere inanalım, iyisi mi perdeyi aralayıp bir göz bebeği sığacak kadar bile olsa, göğe bakalım sevgilim, ayrı şehirlerden aynı göğe."


ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım

falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım

senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım

Turgut Uyar

16 Şubat 2011 Çarşamba

Ah benim sevgili susamuru otokom, arıyorum sabahtan beri yoksun, her aramam nöbette cevabı ile geri dönüyor, artık aramaya da utanıyorum, dün çok hastaydın nasıl bu kadar nöbet tutulur diye de düşünüyorum...

diye yazıyordum ki aradın: ah, al işte mutluluğa yeni bir tanım... en son konuştuğum ve neredeyse yalvararak "görürseniz ne olur söyleyin" dediğim asker kapatır kapatmaz ahizeyi seni görmüş meğer karşısında... Evrenin bilmem ne yasaları, arada bir de olsa harika iş çıkarıyorsunuz, gönülden dilediğimde, eh işinize de gelmişse yapıyorsunuz, eksik olmayın... :)

Sevgilim, sesini duydum, iyiydin ya, o yeter bana, öpüyorum doyasıya...

her renk sende



Yeşilsin, benim yeşilim
Dağların, baharın, kırların yeşili
Yuva gibi, masal gibi, bereket gibi
Suyu bol bulmuş ormanlar gibi
Gözlerimi huzura doyurur gibi
.
Mavisin,
Bir dalgalı, bir sakin sular gibi
Ufukta yaşayan dağlar gibi
Fırtınalı bir lacivert gibi
Tertemiz, berrak can katar gibi
Gökten yağıp saçlarıma
Sırıksıklam eder gibi...
.
Turuncusun,
Güneş gibi, gülümser gibi, açar gibi,
Bir yanıp bir sönen ışığımın kaynağı gibi
Som altından kopmuş da yanıma düşmüş gibi
Soğuklardan sakınıp
Sıcak ülkelere kaçırır gibi...
.
Siyahım ve beyazımsın
Toprağımın karası, suyumun aydınlığısın
Her gece yıldızlı yorganım
Her sabah yüzümü öpen ışığımsın
Varlığım, yoluğumsun, yoksunluğumsun
Grilere karışmayanım,
Rüzgarlara kapılmayanımsın...
.
Kırmızısın, kıpkırmızı, kan kırmızı
Yanan yakan ve ısıtansın
Bir kıvılcıma tutunup sımsıkı
Büyüyen, güçlenen, sahip olansın
Yol açan, önüne katansın
Ben uyurken tan yerini kızıla boyayansın
Renginle donatıp dört yanımı
Yanaklarımı ala,
Dudaklarımı kana bulayansın
.
Her renksin, rengarenksin, ışığın eserisin
Cümbüşüsün şenliğisin bakışlarımın
Görülmemiş, söylenmemiş, bilinmemiş
Uzak dağların eteklerine yerleşmiş
Nadide gökkuşağımsın...




14 Şubat 2011 Pazartesi

gözlerin istanbul oluyor birden


"
seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
martılar konuyor omuzlarıma,
gözlerin istanbul oluyor birden.
akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
durgun sular gibi azalacağım
bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
yalnız gözlerime bak diyeceksin.
ellerim usulca ellerine değince
kaybolup gideceksin
bir elim seni çizecek bütün pencerelere
bir elim seni silecek.
kalbim: ebemkuşağı; günde bin kere
senin için yeni baştan can kesilecek.
ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
sonra seni kaybetmek hemen her yerde
ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
yapayalnız kalmak iskelelerde.
seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
martılar konuyor omuzlarıma,
gözlerin istanbul oluyor birden.
"

yavuz bülent bakiler

11 Şubat 2011 Cuma

bir kaç hafta

Oooo ou... hayat geçmiş geç kalmışız...

Zaman gelip geçerken en çok yedim içtim, oh aman yaradı da sanki, ama gördüklerimden bahsedeyim. Yiyen var yiyemeyen var, bizim kültürde yemekleri anlatmak da ayıptır zaar... Bizim dediğim, aynı mezrada yaşayan böyle senin benim gibi bir kaç kişinin toplanıp, zaman içinde keyfe keder yarattığı, sonra kanun hükmünde bazen insanın boğazına yapışan, bazen yüzünü güldüren sosyal davranış alışkanlıkları işte, olmalı, olsun, aferim. Lakin şanslıyım, bir çok kültüre dağılmış bir aileden geldiğimden, kozmopolit diyeceğim geldi hatta, canım nasıl isterse o tarafa geçiveririm, sefam olsun...

Zaman geçiyor duralım, geçen zaman içinde ben yine bekledim ağır ağır, bekleyiş denen fiil zaten hep ağırdır, çantaya koysan dibini deler, öylesine ağır... Zaman dalgacı, şımarık, arsız hep fazlasını isteyen... Nanik yapar köşeden, bir terlik atarsınız, ıskalar, terliği uyduya bağlayıp koordinat girme, hedefi tam kafadan vurma fikri gelir akla, üşenilir ve kivi yemeye devam edilir. Neden baktın? Ne var yani, bizim kültürde ne yediğini söylemek samimiyetten sayılır... Şimdi anladın yukarıdaki cümleyi...

Geçen zamanda sigaranın bıraktığı boşlukları doldurmaya hevesli 1-2 kiloyu vermek için efor sarfetme çabasına girdim, hayatımda ilk kez kilo verme çabasına girdim ve hazin son, veremedim... Neden? Çünkü tıkınma mevzu bahis olduğunda kısa mesafe koşucuları gibi az zamanda çok ve büyük yemekleri yer buldum kendimi... Yemek yemek olsa yine iyi, fındık, fıstık, badem... Çünkü efendim Body Worlds'e gittim bütün afişleri okudum, şarap antioksidanmış, gençlik için içmek lazımmış sık sık, eee kuru kuru içecek değilim ya... Sigarayı da hiç ama hiç özlemedim, yanımda içilince bile... Eskiden karşımdaki sigara yakınca, otomatikman aynını yapardım, Pavlov'un köpeği gibi. Ne büyük esaret ne büyük ilizyon... Artık gözüm görmüyor, içkiyle imiş, kahveyle imiş, karşımdaki tüttürür imiş, farkına bile varmıyorum... Bunun bedeli 2 kilo ise kabulümdür, kalsın...

Yogaya yeniden başladım bu arada, şimdilik 1 aylığına, sevmedim gittiğim yeri, eskiden gitiğim merkez daha temizdi... Hijyenik koşullara yterince dikkat etmeseler de yine mis gibi ikiye katlanır oldum 1ayda, pek güzel, bir kaç ay devam etsem sirklerde işim hazır. Hatta Sirque Du Soleil gelmişken bir Cv göndereyim, yaz kızım, özel yetenekler: "uçuş iyi, konma sıfır, cansız çakılma mükemmel"...

Yoga falan hikaye bizim memlekette stres atmanın yolu bir diğerine yırtınarak çemkirme... "Allaıma kitabıma senin.... " diye başlayan sokak kavgalarının hepsi bir nevi stres atma ritüeli... Geçen gün çabuk kızan, derhal yatışan dolmuşçuların telsiz konuşmaları bindiğim dolmuşu çınlatırken kahkahamı dudaklarıma sıkıştırmak sureti ile geri bastırmam gerekti mesela. Aynadan bütün dolmuşa hakimim, herkesin suratı işten çıkmış 5 karış, şöför kendi halinde Maçka'dan ne yapıp edeyim de sahil yoluna ineyim derdinde, içeride ölüm sessizliği, kıprdayan tek şey direksiyon ve onu tutan kollar... Tam o sırada, aniden, telsiz, bızzıt, cıppızt! yapar ve avazı çıktığı kadar çemkiren bir ses gelir: "Eminönün'de araç kalmadıaaa, acele etsenizeeee, millet yığıldı bekliyo başımı belaya sokmayıııın, oyalanmayıııııııaaaağğğğn!". Kendimi kahkahayı basmamak için zorladığım an, aynaya baktım o sessiz ve tepkisiz suratlar aynı bıraktığım gibi yerinde, yankılanan isyan eden ses hayatıma renk katmıştı, katmakla kalmamış, tam bir çizgifilm sahnesine çevirmişti ortamı, fakat kimsenin yüzünde çizgi bile kıpırdamadı. Daha güzeli de oldu, yırtınan Eminönü'ne dolmuşların birinden sert vurgularla, sinirle cevap geldi: "Sağa çekip çay içmiyoruz, yoldayız!". Bir başkası: "Nişantaşı kapalı, nasıl gelsin araç", Eminönü, içindeki şeytanı salmış rahatlamış, yumuşak tonda: "çabuk olun", yumuşayan Eminönüne ilk sert çıkan dolmuştan cevap, bu sefer masum, şaşkın ve teslim bir sesle: "biz çabuğuz da bu millet yürümüyo ki"... Stresler atıldı velhasıl... Tabi millet yürümüyo, ne de olsa bir yerden bir yere gitmesi gereken sadece dolmuşlar, diğerleri yollara eğlenmeye çıkmış sallanıyor, ellerinde kadehler caddenin göbeğinde gerdan kırıyor, gitmemek için bahane bulan mı ararsın, frene zevkinden basan mı, yola inip turistik fotoğraf çektiren mi, yoksa arabayı bırakıp çaya kahveye diye yan arabaya geçen mi, eyy ey...

Bu arada sevgili asker Otoko'yu çok özledim, gitti gideli, kafamın etrafı bulutlu, nemli, fırtınalı... O gelmeden bullutlar dağılıp gitmeyecek, kafam üzerine güneşli günler gelmeyecek... Fakat bu sabah kıvrak bir manevra yaptım, zamana 1 gol attım, aniden gelmesine sadece 2 regl dönemim kaldığının farkına vardım... Bu buluşum harika, o dönemlerin gelişi hep "yine mi" dedirtir, 2 periyod arasında zaman ışık hızı gibi geçiverir. Sadece 2 kere daha ve sonra yanımda, zamanı hızlandıran fikrimle ne kadar övünsem azdır... Neticede zaman-mekan kavramı sıkı bir gol yedi benden... :)

Hayat gerçekten güzel...


Öperim,

7 Şubat 2011 Pazartesi

İstanbul'un kuşları


İstanbul'un kumruları gibi öpüşüp,
Martıları gibi uçacağımız günlere.
Aşkla, bağlılıkla, saadetle...
.
.
.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...