29 Aralık 2010 Çarşamba

Öyle bir gün

Akşam tesisat problemini görmeye gelen ev sahibim, içeri girdiğinde koridorda dünya umrunda değil gibi kendini yalamakla meşgul oğlum Pati'ye dönüp, "şşt, naber lan, hiç merhaba demek yok" dedi... İçimden çok güldüm, içimden ama, çok derinden...

Sabah 9:05 sularında çalan telefonumu elime aldığımda gördüğüm isim, günün güzel dakikalarının işte bu kadarcık olduğunun habercisiydi. 5 dk geç kalmamdan mütevellit, telefonda çığırıp dövünen lanetlenmiş patronum, neredesin seeeen derken, ofisin kapısının önündeydim. Neyseki bir gün önce raporlu hastaydım da "kem küm ıg mıg, Saykokiller hanım eczanedeydim iğne oldum" dedim ki "eczaneler 8.00'de açılıyooooooor" feryadı ile çarçabuk "emret sultanım" moduna girdim... Evet doğru hayatım hiç kolay değil, hatta epey zor... Ah erkekler emin olun, dırdırcı bir kadınla evli olmanın ne demek olduğunu sizden bile iyi bilirim....

Cici toktor arkadaşımla yılbaşı programı konuştuk, daha önce de çağırıldığım yemekli ev partisi, ardından Nişantaşı sokaklarında ya da tekrar evde içerek, göbecik atarak, dağıtarak ve dağılarak yeniyıla girme fikrine nayır nolamaz dedim gitti bile... Elimde kadehle ritme ayak uydurmayı reddettim diyorum, anlıyor musun? Lakin sevgilisi askerde fayansları sayarken akıl fikir ve vicdan sahibi, üstelik aşık biri olarak (kendimizi yeterince övdüysek söze dönelim) şarap içip, gerdan kırarak "yuppiii yeni yıl" diyerek kutlama yapmam canımı acıtırdı sanki... Hastayım, yastayım diyerek kıvırıp, kudurmasız, sakin, çoluklu çocuklu bir aile ortamında çekirdek çitleyip, tv izleyerek yeni yıla girmeye ve asker samur otoko aradığında ona moral vermeye karar verdim gitti... Yılbaşı dediğin yılda bir, ömürde bir değil hoş, askerlik dediğin ömürde bir, olsun bu kadar, ölecek değiliz ya hatta belki güçleniriz ;)...

Şimdi fark ettim, reklamların geneli değil, şu Nar reklamı başlayınca içime afakanlar basıyor. Her akşam en az beş kere, S. Ortaç denen adamın berbat müziği her kanalda bangır bangır, sesini duymak yetmiyor, yüzünü görmek işkencesi cabası, bir de dans ediyor, bunu bana yapan reklamcıların diplomaları bir bir toplatılsın. Çaldığı mekanlara girmeyen, severek dinleyenleri sevmeyen, çıktığı kanalı kapatan, adını anmayan, ansa da kısa kesen ben, her gün her kanalda bu işkenceyi görmek için nasıl bir günah işledim, bu nasıl bir çiledir, artık alacağım varsa bile almam o aboneliği... O İnşaat firması sahibini 10 kere tercih ederim, hiç değilse durum sempatik idi.

Gelelim günün şahane olayına, düşün hayattan soğumama ramak kalmış, patronumun sesi nasıl tınlarsa tınlasın aslında bir insana ait olduğunu kendime telkin ediyorum, ateşim çıkmış, yüzüm düşmüş ki tam o karanlık esnada cici ortağım aradı, hani kurulması ihtimalini bile sevdiğim işin tek ortağı... Dedi kızım uçuşuk iş görüşmemiz var, teklif var, dedim "yihuuu!" çığlık kıyamet... Haydi hayırlısı, kendi işimizi kurma konusundaki aşamaları daha önce buralarda bir yerlerde yazmıştım o haleti ruhiye aynı gazla sadece hayallere tutunarak devam... Haftaya gidip ak koyun kara koyunlardan birine bakalım, olmazsa başkasını bulalım n'apalım. O zamana kadar kendi işimizi kurmaya şukkadarcık kalmış olduğunu düşünüp mutlu olalım, yaşasın...


İyi geceler bize,

uzaklardan benimle aynı gökyüzüne bakan Otoko için:

"senden önce hiç bir şeyin kıymetini bilmeden"
"senden önce hiç kimseyi böylesine sevmeden"

"bir tanem söyle canım, ne istersen iste benden"

26 Aralık 2010 Pazar

mektup

Sevgilim,


Az önce eve döndüm, takside pencereden gördüm, sensiz İstanbul hala aynı, ıssız ve terkedilmiş... Sıradan bir gün olsaydı seni arar haberini verirdim gelişimin, üstelik sevinçle, özlemle, hem belki karşılardın beni sarılırdık sımsıkı... Sarılmak ne güzeldi birbirimize değil mi, düşünsene sarılmışız... Ulaşılması kolayken, yakınken, sıradanken nereden bilebilirdik kıymetini. Lakin yoksun işte, açık ve net olarak, bu yüzden ben bomboş soğuk bir evin koridorunda yürüdüm az önce, sana değilse dönüşüm, İstanbul'a dönmüşüm dönmemişim kime umurunda, dönmüşüm işte neticede...


Yanımda yoksun sevgilim, yokluğun incitiyor beni, tartaklıyor, itiyor, herşey ona ortak olmuş bana zehir geliyor ve ben bu zalim yokluğa tutunuyorum sımsıkı, o varsa sen varsın çünkü, o acıtıyorsa sen dermansın, o üşütürse sen ısıtırsın, bu yüzden varlığının kanıtı yokluğuna bile gönüllü razıyım... Çok şeyler öğrendim ondan, yüzünü görmeyi öğrendim mesela gözlerim kapalıyken, kokunu burnum ezberine aldı artık ne zaman istersem buram buram, hani papatyanın kokusunu bilirsin ya onun gibi... Ve ellerim geceleri elini tutuyor uyurken, yokluğun hayallerime karışamıyor ki, sonra dönüp sarılıyorum, bakıyorum sana, uyuyorsun bildiğim gibi, tanıdık, sıcak, güvenli... Görüyorum seni...

Yalnızlığım gelip boğazıma keskin bir bıçak dayadığında açıyorum perdeyi, bakıyorum binalar arasından gökyüzüne aynı yıldızlara sen de bakıyorsun değil mi? Ben az önce geldim, geldim ama seni arayamadım ya daha bir yalnızım, kocaman evde bir kedi bir ben varım. Sonra fark ettim kii gideli sandığım kadar çok olmalmış, mesela baktım sokaktaki hamile kedi hala doğurmamış, salyangoz fırfır tutunduğu aynı yerde uykuda, hani pencerenin kenarında, saçlarım bile uzamamış. Herşey bildiğin gibi sevgilim, sadece eskisi kadar çok gülmüyorum. Hani pek ağlamadığımı söylemiştin ya, galiba gittiğinden beri fazlasıyla ağlıyorum. Gülüşlerim biraz "ayıp olmasın"cı, biraz numaracı olsa da endişelenme iyi idare ediyorum, biliyosun ben hayatı kıymıklarına rağmen seviyorum...


Şimdi gidip yanına uzanıyorum, sana bakıyorum, hastasın üşüme diye üstünü örtüyorum... Elini tutarak uyuyorum...

Seni seviyorum diyorum, fısıldıyorum... Uyanma sen, kıyamam sana...


ek: bunu yazmamın hemen ardından, şaşırtıcı derecede ani biçimde ateşler içinde hastalanıp hastelere düştüm ki, sanırım son günlerde kendimi iyi hissederek yazdığım son yazıydı...

Seninki kaç santim?




Tıklayın bakın benimki kaç cm: benimki!

Greenpeace yeni bir kampanya başlatmış, eminim haberiniz olmuştur. Slogan mükemmel. Amaç, henüz büyümeye fırsat bulamadan yakalanıp soframıza kadar gelebilen bebek balıkları almamamız konusunda toplumsal bilinç oluşturmak. Bakmış ki halkımızda tık yok, tezgahta ne görse alıyor, körpecik hamsilere, çinekoplara kıyıyor, sonra da "vay balık kalmadı denizde"... Buyrun ziyaret edin, kampanyaya katılın des
tek verin, çocuklarınız da balığın tadını bilsin.

Ben kampanyaya katıldım küçük sanal bir hamsim oldu. İlk kez balığım var, Pati'ye bunu nasıl anlatırım bilmem...

Greenpeace duyurusu:


2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek.


Henüz üreme olgunluğuna, boyuna erişmemiş yavru balıkların avlanması, satılması, tüketilmesi deniz kaynaklarının ziyan edilmesidir. Olgunluk çağına gelen bir balığın her yumurtladığında binlerce balık ürettiği unutulmamalıdır. Her canlı en az bir kez üreme hakkına sahiptir, ve eğer yarın da denizlerimiz de balık türleri olmasını istiyorsak acilen balık boylarına önem vermeliyiz. Ayrıca anaç balıklar boyut olarak büyüdükçe daha da fazla yumurta verirler, işte bu yüzden balıklar için her cm. hayati derecede önemlidir.

Türkiye'de avlanması ve satılması yasal balık boylarına uyulmadığını balık pazarlarında gördüğümüz yavru balıklardan anlamak mümkün. Örnek mi? Lüferin en az bir kez üreyebilmesi için minimum 20 ila 24 cm'e ulaşması gerekirken bugün yasal avlanma boyu 14 cm olarak verilmiştir. Yani aslında yavrusu olan çinekop boyu. Aynı şekilde palamutun üreme boyu 38 cm ila 42 cm arasında iken yasal avlanma boyu 25 cm dir!


Bu durum açıkça gösteriyor ki, denizlerimizdeki biyoçeşitliliğin korunmasını sağlayacak ciddi bir yönetim planına ihtiyaç duyulmaktadır. Ticari balık türlerinin yumurtlama ve gelişme alanlarının deniz rezervi olarak korunması da en etkin yöntemlerden biridir.


Hep birlikte, Tarım Bakanlığı'nın acilen balık stoklarının ve balıkçılarımızın geleceği adına yavru balık satışını engellemesi ve yasal balık boylarını bilimsel temellere oturtmasını sağlayalım. Yavru balık satmayın, almayın, tüketmeyin, denizlerimizin geleceğini korumaya yardım edin.

Eyleme katılın.






21 Aralık 2010 Salı

aradın

Yaklaşık 40 saat sonra, aradın, yaşasın hayatım bugüne çok güzel başladım...
Lay laylay, geçen gün bağırmaktan kısılmış sesin de düzelmiş, nınnın nın! İçtimaya koşuyormuş sesimi duymak istemiş ihihi, traylaylay... :)))


20 Aralık 2010 Pazartesi

seyahat ya resulullah

oğlum Pati'nin tıpkısının aynısı: Çizmeli Kedi

Haftanın ilk gününün hemen akabinde son gününe girivermek, tanrım ne hoş, ne tatlı ne ballı bir şey. Her gün gitmek fikriyle dolsa, "yanıma ne alsam" en büyük dert olsa, hep gezsem hiç çalışmasam, ne güzel ne güzel olur... Seyahat ya resulullah, n'olur! Bu elbette sadece benim gibi yüce birine bahşedilen güzellik diyemeceğim, alt tarafı yazdan kalan 3 günlük izni, üstelik mecburen ve patron baskısıyla Aralık çıkmadan harcamak üzere aile yanına gideceğiz 5 günlüğüne. -Cez derken kalabalık değiliz, yaklaşık 1.5 kişi. Pati, ben ve Pati'nin eşyaları. Pati benim kedişim, oğluşum, bebeğim, şimdiye kadar pek bahsetmedim, bahsetmekle bitmeyecek kadar şahsına münhasır bir acayip kedi Pati. Kendisinden ayrıca bir gün uzun uzun bahsederim. Garibim her seyahatim öncesi açılan bavula atlar oturur, hatta bazen uyurdu, nihayet bavulun içinde olmasa da yanında geleceği bir yolculuk arifesi, gerçi bundan da memnun kalacağı konusunda da şüphelerim yoğun. Seyahatimizin hazırlıklarına cumartesi başladık, hem veteriner abisi, hem ben zafer kazanmıştık, uzun zamandır ertelenmiş aşıları sıkı bir savaş sonucu yaptık, tısladı, kükredi, saldırdı sonunda surat beş karış eve döndü. Benim mafya oğlum karizmanın bu kadar kolay çizilir olmasına çok içerledi, çok bozuldu.
"Mızıklanma o'lum bizi uçağa almasalardı daha mı iyi olurdu?"
Çarşamba kargalar uyanmadan havalanında yaşanacak maceralarımız da var. Yine surat iki yana şişecek bir karış olacak, bu sefer sinir yerine korkudan saçma sapan şeyler yapılacak. Xrayli kapılarda güvenlik tepemizde beklerken, kafesten çıkılmayacak, çıkılsa girilmeyecek, 1.meydan savaşı patlak verecek, bir yandan kapıda kuyruk olmuş bekleyenlere "nih hih" diye utançla gülümsemem gerekecek... Belki yolda kaka da yaparız, çiş de, yaparız derken lafın gelişi, ne haddime, ancak o yapar ben temizlerim, hem de ne temizleme, havalanı kadınlar tuvaletinde 2. meydan savaşı.
"Merhaba, ben karın tokluğuna, yok yok hepten bedavaya, hatta müşteriyi besleyen tuvalet bekçisi..."
Sen hiç insanların girip çıktığı kamusal bir tuvalalette, utanç içinde, lavabo tezgahı üzerinde, korkmuş, çırpınan, güçlü bir kediyi tutmaya çalışırken, diğer elinle kafesi yıkamayı, bunu yaparken çevreyi kirletmemeyi denedin mi? Senin alnından ter damlarken "ayyy çok şeker" diye elini uzatıp o hengamede hayvanı sevmeye çalışan hostesleri dövmemeyi başarabildin mi? Bu sahneye bir de uçak kaçıyor sendromunu ekle, ekledin mi, tamam şimdi panik ol... "Bana üstad de çekirge!" Neyseki benim terbiyeli oğlum bunu hiç istemeden sadece bir kerecik yaptı... Havaalanında kaybedilen zamanı kazanmak için elimde 7 kiloluk kafesle koşturmam da cabası... Neticede uçağa zor yetiştik, terimin soğuması ise ancak inişte tamamlandı...
Bu seyatimizde aynı şeyleri yapmayacak benim oğlum, değil mi? Hı?
.....
Cevap ver kedi...
....

Tam şu anda binbeşyüzelliikinci kere izlediğim "melekler şehri"nin son sahneleri başladı, buyrun istediğiniz yerden yakın... Ah be kızım sevdiğin askerdeyken, uzaktayken, göremez konuşamazken ve daha da uzun süre bu acıtan hisle yaşayacakken, özlemden kor olmuş yanarken böyle filmler izlemek senin neyine... Seyahat diyorduk yarım kaldı... Git uyu...

İyi geceler kendime, kedime, askerime...

19 Aralık 2010 Pazar

bir resim çizdik seninle


Mumların titrediği akşamlarda, hıçkırarak sarılmak istiyorum yokluğuna. Yokluğun varlığın oluyor çok kısa zamanda... Öyle uzaksın ki her geçen gün daha çok yaklaşıyorsun ve birden oturuveriyorsun yanıbaşıma, gülümsüyoruz parlayan gözlerle, kuduruğuz ya: daldırıyoruz ellerimizi boyalara, bir telaş bir telaş, itiş kakış, üst baş rengarenk, duvarlar, koltuklar rengarenk, ağzımız burnumuz... Annem olsa "eyvah" derdi, aman boşver, bak ne güzel her şey rengarenk: masalsı günlerimizi, çocukça şakacı hayalleri, umutları, olacakları, kavuşmaları çiziyoruz resim kağıtlarına, hem umursamaz, hem yaptığını bilen geniş bir rahatlıkla, basitliğe teslim olarak, aza kanaat, çoğa inat... Çocuklar gülüyor hayal ettikçe seni, duvarlar cıvıldıyor, çiçekler açıyor resimde, sarı, pembe, mor ve hatta mavi... Evimiz çıkıveriyor kağıt üstüne 2 katlı, koskocaman kapılı, çarpık çurpuk 2 büyük pencere içinde fiyonklu yeşil perdeleri ve kan kırmızı kiremit çatılı... İçi yaşam dolu olmalı yamuk bacası tütüyor durmadan, sağdan esiyor rüzgar, güney olmalı... Hemen evin dibinde mor meyveler vermiş ağaçlı yol, yürüyoruz pastel zeminde seke seke, saçlarım bir kalemin umursamaz karalamasından çıkmış dağınık mı ne, gülme bana öyle gülme... Ağzımız kulaklarımızda boydan boya yüzü geçen siyah eğri bir çizgi, çok basit ama ne güzel değil mi? Diken diken çıkmış kısa kısa saçların güldürüyor beni. Kollarımız iki yana açılıp kalmış her an bir şeyi kucakladı kucaklayacak, elin elimde, hangi parmak kiminmiş hangimizinmiş çoktan unutulup gitmiş, kimin umurunda. Eteğim var üçgen, üstelik kırmızı, çöptenim ya belim desen kıl kadar ince... Gökyüzünde, sağ köşede güneş, ışınları 5 adet. Güneşin ağzı var, gözleri var, gülümsüyor turuncu yanaklarını sıkıştırarak, çok akıllı değil gibi ama hep iyi niyetli... Pastellerle karalanmış yemyeşil bir vadi, s ile kıvrılıp inen derecik koyu mavi... Arkada 4 tepecik, baştaki ikisi minik dereyi evlat edinmiş, gövdeleri açık mavi başları gri, belli ki bir ara üstlerine kar inmiş... Kar inmiş! Kar.... Karlı dağların çizildiği noktada bir damla gözyaşı, şeffaf... Belirip de düşmesi bir anlık, döne döne iniyor buruşturuyor kağıdımızı... "Şşt! aldırmayın, olur öyle arada, abartmayın" . Olmuş ve olacakları, umutları ve anıları, hayalleri ve hisleri, ne güzel ki ellere, yüze göze, masaya, duvarlara bulaşan ve çıkmayan pastelleriyle bu resim, çerçevelenmeye minnet etmeyen basitliği, sıcakcıklığı ile bizim... Bırak bir damlacık gözyaşını, dereye düşse ya da mesela yırtılsa ortadan ikiye, bir savruk alsa fırlatsa çöpe, eleştirmenler gelip katıla katıla gülse, her gün her vuruşu tıpatıp yeniden ve yeniden vede yeniden kolaycacık çizilebilecek kadar bizim... Şimdi resmimi silmeye niyetliler, boyalar benden, üşenmeyin gidin kendi resminizi çizin, haydi bakiiim...

16 Aralık 2010 Perşembe

sizde bulunmaz mı da bir kurşun kalem?



Ruhi Su... 1912-1985... saygıyla...

Erzurum dağları da kar ile boran
Almış yüreğimi de dert ile verem
Sizde bulunmaz mı da bir kurşun kalem
Yazam arzuhalım da yare gönderem (yazıp ahvalimi de dosta bildirem)

Oy beni beni de belalım seni
Satarım bu canı da bırakmam seni
Çıkarım dağlara da kurt yesin beni

Dört yanımı gurbet sardı tel ile
Yaslı yaslı bayram yaptım el ile
Göz göz oldu yaralarım dil ile
Yaramı sarmaya derman bulamam

...

15 Aralık 2010 Çarşamba

gözyaşı ve kahkaha

24 saat sonra sesin, ilaç gibi, yokluğunda çölleşen ruhumu yeşertecek yağmur gibi... Hiç bir şey istemiyorum seni görmekten başka, nasıl dayanırım bu ayrılığa ve üstelik diyorsun ki "gelme kar kapatır yolu, kalamazsın buralarda" gelmeden nasıl dururum sen söyle, ne tür bir zincir olmalı ki bağlasın beni buraya... İyi misin rahat mısın, ne haldesin, üşüyor musun, aklım hep sende, sen orada sıkıntılar içindeyken, benim elim ayağım varmıyor burada hiç bir şeye, kendimi eve kapadım gittiğinden günden beri, ne bir insan, ne bir sokak gördüm işe gidiş gelişlerden başka ve her gün oğlunu askere yollayan iş arkadaşımla konuşuyorum seni... Hava durumuna her gün bakıyorum, o derecede ne kadar üşünür hayal ediyorum, daha çok soğuyacağını düşününce üzülüyorum... Resmine bakıyorum kitaplıktaki, asker üniformanla gülüyorsun bana... Ben dayanırım ne de olsa rahattayım, ya sana moral olmaya yanına bile gelememek, buna nasıl dayanırım....


Telefondan sonra bunları düşünürken açtım ekşi sözlük'ü dedim askerlik mevzusuna bir tek bu sözlükte gülünür... Öyle de oldu, gözleri dolu dolu olan ben içerideki gestapo patronuma rağmen başladım kıskıs gülmeye... Kahkahalar bastırımaya çalışıldıkça büyüyor büyüyor daha şiddetli artçılarla geliyor, keyif üçe beşe katlanıyor, hafif bir yakalanma korkusu da oldu mu alınan zevki anlatmaya kelimeler yetmiyor ... Askerlik tamam zor olabilir, öte yandan görüldüğü ya da görmeden okunup dinlendiği üzere çılgın bir mevzu... İlginç deneyimler bunlar... ;)


Ekşi Sözlük demiş ki,


"Acemi asker ve komutan replikleri" aşağıdaki gibidir:


1.....................................


-asker! kimsin sen.


+selami adim komutanim.


-kunye veeeer.


+buyrun (kunyesini uzatir)


2...................................

komutanına içtima alanında;
- bize postal vermiyorlar amca

(alay komutanının 50' li yaşlarda bunu söyleyen kısa dönem abimizin ise 35-36 yaşında olması ile apayrı bir mevzudur)


alay komutanı;
- binbaşım bunları iyi eğitmiyorsunuz.

3.............................................


askerler yemek yemektedirler, yemekte zeytinyağlı barbunya vardır. komutan yemekhaneye gelir ve askerlerle konuşur;
komutan: nasılsınız çocuklar?
asker:saol komutanım
komutan:birşeye ihtiyacınız var mı?
askerlerden biri hemen atlar;

-komutanırım yemekler soğuk geliyor bunları ısıtır mısınız?!

4.............................................

komutan: sen gelsene buraya.
acemi asker: ben mi?
başçavuş: emredin komtanım dicen oluum.
a: tamam.
k: gelsene lan
a: ben mi
k: evet laaaaaannn, gel buraya
a: ben arkadaşa dedinizdi zannettiydim.
k: (eller belinde, yukarı bakarak) ey güzel allahım, en kaliteli ve en hızlı spermden bu mu oldu şimdi? gel ulaaaaaaaaaaaan...

5..................................

askerliğin ilk haftası kamuflajlar biz kısa dönem acemilere daha yeni teslim edilmiştir.herkes beş dakika sonraki içtimaya yetişmek adına götünü başına geçirirken mutlu adındaki aslen mesleği bilgisayar öğretmenliği olan evli ve bir çocuklu organizmamız can tertibimiz, gömleğin düğmeleri açık botların ipleri yanlardan sarkık pantolonun içine iki tane daha mutlu girebilecek bir pozisyonda başımızda bekleyen halil üsteğmenin yanına yaklaşır o enfes sorusunu havayla temas ettirir:

-nası komutanım? yakıştı mı?

hayat durur.sesler kesilir.kafalar o yöne döner.zaman durur adeta.ben o esnada bildiğim tüm arapça duaları latin alfabesi şeklinde zihnimde tercüme ederken halil babanın iç ferahlatan sesi duyulur:

-eheh yakışmış yakışmış...

6................................ bu süper...

dönemin gereklerinin ortaya çıkardığı süreci iyi idare ettiğini düşündüğüm ama günümüzde yıllar süren atatürkçülük ve inkılap tarihi derslerinin ezberden başka bir anlam ifade etmeyen içeriği haline gelmiş altı maddedir. 11 yılın üstüne üniversitede bir yıllık yök dersini de koyarsak içeriğini bilmeden klişelerini papağan gibi ezberlediğimizi anlayabiliriz.hatta askerde de derslerde anlatıldığı ve askerlerin sınava tabi tutulduğunu anımsar ve sıkıldıkça sıkılabiliriz. her denetlemede en kritik sorular atatürk ilkelerinden gelir hep ezbere cevaplar vardır:

albay: söyle oğlum atatürk ilkelerini!
er: atatürkçülük! laiklik! milliyetçilik! halkçılık! ırkçılık!.

son maddeyle birlikte derin bir acı kaplar içimizi. kısa dönem er yılların getirdiği tortuyla, atatürk milliyetçiliğini ırkçılıkla karıştırmamak lazım uyarısını atatürk ilkeleriyle karıştırmıştır. albay hoşgörülüdür ama racon gereği kükrer:

albay: ver oğlum numaranı(sicili kastediyor)
er: 0532.....
albay (kahkahasını tutarak): onu değil oğlummm!
er (korkudan bayılmak üzere titreyerek): 0212...
albay: lan onu da değilll.. puhahahahaaa..
er (bölük yıkılırken ağlamaklı): dükkanın numarasını mı vereyim komutanımmm...

7....................................

komutan sabah ictimasina cikmistir. tyler durdane henuz daha 3. gunundedir.. komutan yaklasir:

t.d: gunaydın komutanım
kt: ?.. gunaydın

t.d nin badisi m.d. olayı farkeder...

m.d: oglum napıyosun, komutana gunaydın mı deniy? (m.d r leri diyememektedir)
t.d: denmez mi oglum, o da insan...
m.d: iyi oglum sen napaysan yap be...

8...............................

komutan: kimlerin ehliyeti var?acemi askerlerden ehliyeti olanlar "komutana şoförlük yapacağım" düşüncesiyle karşılık verirler.

komutan: ehliyeti olanlar, şuradaki el arabasıyla kumları taşısınlar.

9...............................

komutan: kolay gelsin!
acemi asker: emredersiniz komutanım!

10................................

içtima düzenine geçip komutanın gelmesi beklenirken askerler kendi aralarında konuşmakta, ufak tefek şakalaşmaktadir.birden içtima alanına doğru gelen bölük komutanı gören askerlerden bir tanesi " hişşşt adam geliyo " der ve herkes susar:

- kim lan o adam geliyo diyen?
- benim komutanım
- ben adam mıyım lan?
- euu, kem küm...
- söylesene lan adam mıyım ben?
- evet komutanım
- s. git lan it herif. koskoca bölük komutanıyım ben.

11...................................

- seni kim gönderdi buraya evladım?
- idris bey efendim
- idris bey denmez oğlum, idris yüzbaşım diyeceksin, bana da efendim deme
- peki abi

12....................................... adam seçmek için iyi fikir

tamamı kısa dönemlerden oluşan acemi birligi. henüz ilk hafta.
uzman cavus: aranızda ehliyeti olan var mı?
acemi askerler: evet
uzman cavus: aranızda mercedes kullanan var mı?
acemi asker: evet komutanım.
uzman cavus: tamam simdi kosa kosa revire gidiyosun ası baslamıs mı öğreniyosun. giderken de dikkatli git carpma bir yerlere.

13.....................................

asker: hapşuu!
komutan: çok yaşa!
asker: emredersiniz komutanım!
komutan: "emredersiniz!" denmez evladım, "sağol!" denir.
asker: emredersiniz komutanım!
(aradan bir yarım saat geçer...)
asker: hapşuuu!
komutan çok yaşa!
asker: sağolasın.
(böyle de level atlanmaz ki be canım kardeşim, sümüklü piyadem benim. sen çok yaşa e mi.)

14................................

eğitimde öğrendiklerini uygulamaya koymaları şiddetle istenilen acemi askerler, kantin önünde ellerinde çay poğaça sohbet etmektedirler. aniden yanlarına yaklaşan komutanı görüp panikler ve selam vermeye çalışırlar. bu esnada aralarından biri sağ elinde tuttuğu çayı kafasına götürür.
komutan: ne o lan! kadeh mi kaldırıyosun.

15.....................................

250 kişililk yat içtiması koğuş koridorunda alınıyordur. yoklamanın ortasında koridordaki ankesörlü telefon çalar, komutan açılmasına müsade etmez. iki dakika geçer, tekrar çalar, komutan hadi açın der. 250 kişi pür sessizlikle telefona bakar, elemanın biri telefonu açar ve;


- "alo buyrun askerlik" der.


250 kişi iptal olur. komutan gülerken masadan düşer. bunu gören askerler birbirini yumruklayarak gülmeye devam eder. çocuk telefonu kapatır

16......................................

asker: komtanım bugün açıklama yapmışlar askerlik düşüyomuş doğru mu?

komutan: doğru.

asker: vallaha mı! komtanım ne zaman düşecekmiş, kaç ay düşüyomuş, nası oluyomuş, kimleri etkiliyomuş??

komutan: herkesi etkiliyor yavrucum. saat 12'den sonra düşüyor. yeni yasaya göre 12'den sonra askerliğiniz 1 gün kısalacak.

asker: hık...

komutan: çömeeeeelllll!! kalkk! çömeeeellll!...

Kaynak: Kutsal Bilgi Kaynağı

-ben de! ;)

14 Aralık 2010 Salı

özlem, limewire ve download...

Herşeyi götüremedin işte, sığdıramadın çantana... Hepi topu uçağa binen iki bavul ve bir adamsın. Anıların, gülüşün, kalbin, avuçların, kokun hala ve hep burada, emanetçin biraz sıska, ama deli kuvveti var inan ona...

Ah efendim, sevgilim, ah benim askerim öyle uzağa gittin, öyle ücraya, telefon bile haram oldu, bu bir sınavsa biraz ağır oldu. Bugün o tek ve kısacık, bir cümleciklik "ben iyiyim"le yetinemeyeceğim kadar özlemimsin... Sarılmalıyım, sarılmalısın, öpmeliyim, öpmelisin, gülmeliyim, gülmelisin, tutmalısın elimi, girmeliyim koluna ve hatta yeterki olsan da kızdırsan beni, kızsam sana... Neyse, iyisin ya...

Bak, tam şimdi şu anda, tv'de bir kanalda birlikte çılgına döndüğümüz Kotor... Bak işte o sokaklar, meydanlar, hani seninle koşarak gülerek, sevinerek gezdiğimiz, mutluluktan, heyecandan yerden yükseldiğimiz... Tepeye çıkmıştık, yosun kaplı karanlık sokaklara bayılmıştık. Hani makineyi kurup uzağa, birbirimize yalvarır gibi pozlar vermiştik... Ben risotto yemiştim sahilde, sen midye, şarap içmiştik... Bak işte içine daldığımız, pek de beğenmediğimiz kilise, bak bak kiliseye girin diyen adamın önünde durduğu otelin kapısı, spiker o kapıdan içeri daldı, kahvaltı dahil 90 euro imiş gecelik konaklaması... Bak benim önünde poz verdiğim çeşme... Ah keşke orada olsaydık yine seninle... Anlayacağın sen yokken, bak işte TV'de bile seni izliyorum ben...

Tüm bunların dışında sana bugünümü özet geçeyim sevgilim...

Olağan rutinleri bir kenara bırakırsak, olanlar:

Mp3 indirdiği Limewire'ın kapatıldığını senin sivri akıllı sevgilin yeni anladı... Halbuki son zamanlarda 3 kere açtıysa üçünde de bağlantı kurulamamıştı... Araştırma yaptı, bir kaç forumda Bearshare pek övülüyordu açtı, ayıcıklı amblemi antipatik bulsa da kurdu. Program tam kuruldu ki başka forumlarda "amman trojan girer, amman kurmayın bidibitleriniz dıt olur" feryatlarını gördü, durur mu, çok korktu hemen sildi. Sonra baktı ki Ares için övgüler düzülmüş, methiyeler yazılmış ama temkinli, baktı şikayet eden yok, emin olunca kurdu... "Aman pek de şıkmış, ciciymiş bir şarkı indireyim de deneyeyim şu afilli programı" dedi, ama o ne, ekrandaki şıklar demez mi ki "ya paranı ya canını". "Eeiiih" dedi senin sevgilin, "para vereceksem gider koklaya koklaya raftan alırım sana mı kaldım ares" , giderken de "şşt bana bak Zeus arkanda!" dedi, güldü "ahahaha" yaaa... Hata bende, insan dediğin savaş tanrısına güvenir mi? Tam o sırada, forumlarda önerilen bir başka ismi hatırladı, üşenmedi Emule'yi de kurdu sevgilin, sonra onu da kullanmayı beceremedi, bir türlü bağlanamadı, bir de sağda solda nedenini araştırdı, meğer modemde port açmak lazımmış, "hadi ordan" dedi Emule'yi de bir çırpıda acımadan sildi... Limewire'i özledi ama asla seni özlediği kadar değil...

Sonra baktı ki bu iş boy vermiyor, senin bu sevgilin çetesine mail yazdı, dedi bir elimden tutun perişanım... Biri çıktı, ama sadece biri, diğerleri fos çıktı, dedi Vezu... Senin saf sevgilin sevgilim, Vezu'yu önce vize anladı, akabinde üniversite yılları geçti kısa metrajlı film olarak ve bir ürperti yayıldı damarlarına, neyseki bu bir kaç sn. sürdü, aklı başına gelince indirdi Vezu'yu... Pek sade, pek zarif program, gel gör ki mp3 için kullanışlı çıkmadı... Film indirmek istersek artık yararlı bir programımız var ama diğeri hala yok. Kısmet, yarın yine benzer girişimlere devam... Yukarıda kısa olacağını iddia ettiğim özetin uzun olmasının akabinde, bugün yaptığım işleri daha kısa özetlemek gerekirse:

  • Limewire ile uğraş, sil
  • Bearshare yükle, sil.
  • Ares yükle, sil.
  • Emule yükle, sil.
  • Vuze yükle, sil

Yani: yaşasın "denetim masası", yaşasın "program ekle kaldır". Yihhhuuu!

Eli yüzü düzgün program bulursam, bütün interneti indireceğim kesin...

Sevgilim seni de Erzurum'dan buraya download ederim belki... Kanımca bu kadar uğraşılan program onu da yapar...

iç ses notu: aaa "kanımca" dediiiim.... :)

sevgiler asker,

özleniyorsun çokça, download ol buraya... ;) (bir dahakine kalp resmi bulucam)

12 Aralık 2010 Pazar

yine gittin


Bir gidiş hikayesi daha, senin adınla... Ayrılıklı kelimeler eteklerimde, ıslanmış üstelik yapışmış dizlerime yaşlarla...

Kalbim telaşlı bir sincaptı, tek sahip olduğu sendin, atladı koştu peşinden... Yine aynı 30 metre, yine aynı kırmızı bantlar, o bantlar ki kestirdim gözüme, bir makaslık canları var seni benden ayırdılar... Erzurum'a kadar arkandan bakardım, olmasaydı aramıza giren o duvar ve şayet bilebilseydi sevgimizi neme bulanır aşağıdan yukarı yosun yeşiline bulardı belki kendisini... Kapatıp gözlerimi salona yürüyüşünü seyrettim sen bilmeden, uçağa binişini, oturuşunu koltuğuna ve bekleyişini, gözlerimdeydi her soluk alışın ve hala kırmızı bantların oradaydım, gitmedim... Son bakışını cebime atıp, evrende kalmış son zerre misali boşluğa savurdum kendimi... İstanbul soğuk, ısıtan sen miydin?... 6, 12'den küçük diye tek tek, incecik ve güçsüz kürdanlardan evler gibi, teselliler inşaa ettim... Ortalık fazla sessiz, sesle dolduran sen miydin?

Erzurum'un kışı pek olurmuş, sıkı giyin, üşütme asker...

Ben aynı yerdeyim, her zamankinden daha çok seninleyim asker...

Sevgiler...
.


ipekböcee

10 Aralık 2010 Cuma

ohohoho hooo, ahahaha haaa...

Dün gece kkk.tsk.mil.com.tr sitesini tıklama manyağı yaptım kendimi... Baktım saat 00.00 ve açılmıyor kurdum saati 4'e gittim yattım. Bi de güzel uyumuşum, gamsız olmuşum adeta, 00.30 telefon çaldı, yaaa alarm ne çabuk çaldı, ne zaman sabah oldu derken, telefonun ucunda asker samur otoko, "kısa döneeeem" diye bağırıyor, durur muyum ben de katıldım çığrışıyoruz komşulara karşı. Sanırsın hiç gitmeyecek, askerlik kaldırıldı... Neyse 6, 12 den baya baya küçük bir rakam ne de olsa... Şimdi ne oldu, bizim ayrılık 10 gün sonra astek'liğin sona ermesi ile 2 günlüğüne son buldu... Tanrım biliyor ya piyango vursa bu kadar sevinmem, büyük ikramiye vursa belki... Piyango çarpmışa döndüm, sabahtan akşama sırıtmaktan yüzüm gözüm kırıştı, erken yaşlılığa prim verdim... Herkeslere söyledim, kuafördeki kıza bile... Şimdi çıkışta otoparkçıya da anlattım mı bi nebze daha coşarım, süper olur...

Ohhh sefamolsun, keyfim boy vermiyor...

Otoko geliyor çekilin çekilin şöle durmayın yol ortasında...

İstatistik denen şey...

böyle bir şeymiş, teknolojiye bak yaa...

9 Aralık 2010 Perşembe

Rayting Tanrısı Kurban İstedi


Şşşt, dur dur dur, n'oluyor yahu?
Tv'de düzenli izlediğim tek diziyi şakkadanak, daha ben ne olduğunu anlamadan pattadanak bittiriverdiler... Ne bir son bölüm anonsu, ne bir bitti yazısı... Hani tamam izleyen az olabilir, anlarım ama az maz bir kişi bile olsa saygılı ol be adam, adam derken kanalda kim sorumluysa artık bundan... Son bölüm olduğunu idrak etmem dakikalar sürdü, dizi bitti, reklam girdi, emin olamadım google da aradım gerçekten bitti mi diye, bitmiş... Show tv tarihinde ilk kez düzgün bir dizi yapmıştı ve ben tarihimde ilk kez bir diziyi takip etme çabasına girdim.. Ne oldu, vay efendim aklını Zurnalar Vadisi'nde, acur yarışmalarında ona buna yem etmiş halkım Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını anlatan naif, sıcak, şirin diziyi beğenmedi, kaldırdık. Beğenmez tabi beğense böyle mi olurduk, beğenmemesinin sebebi de sensin, hem patronun hem de patronlarının dostları... Verin şimdi "mankenli, mıymıylı, o onu sevdi bu bunu aldattı, seni yolarım kadın kadıııın"lıları, ben yokum...
Ayıp denen bir şey var çocukken öğrendik Tom&Jerry'nin sonunda bile "the end" yazar... Tuh size...

Yumurtalı Badem Tarifi


Mümkün olduğunca fazla yumurta, kabukları ile birlikte bademin üzerine kırılır. Mutfakta meydanı boş bulunca "ağlem buysa gıral benem, hihoha" diyen badem, yumurtayı görünce kendini sıkar, kasar, gerer, büzülür, ufalır, "hani graldım" der, küser suyunu salar... Suyunu salan bademi kızdırmak sureti ile ısınması ve suyunu çekmesi sağlanır, bunun için çeşitli yöntemler vardır, mesela "annen güzel sen çirkin" mantrası tekrarlanabilir. Bunun üstüne kızan badem kendi ısısı ile yumurtayı pişirir, 5 bilemedin 10, hadi o da olmadı 15 dakikada hazır olur, haydi buyrun afiyet olsun.
Artık yöresel Anadolu yemeklerimizden biri haline gelen yumurtalı bademin menamen şeklinde yapılması salık verilir. Yumurtalı badem yemeğinin, üzerine kırıldığı her nevi malzemeye lezzet katması sonucu deneysel bir girişim olarak başladığı sanılmaktadır...

Evde yiyemediğiniz, boğazınızdan geçmeyecek tatsızlıkta her şeye yumurta kırmayı deneyin çok süper olacaktır... Foreksempıl: ton balığı...

Afiyet şeker ossun, yarasın.. oh mis... ;)
.
baharatlı not: her kırılan yumurta ziyan olmaz, protein paylaşıldıkça çoğalır...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Aradın

Aradın... Ne uzun bekledim, 30 saat, sonunda aradın... Ne de güzel aradın, iş yerinde kaçacak boş bir köşe aradım... Hiç bir ses, seninki kadar güzel değildi, aradın... Bağırmam haykırmam lazımdı, "seni çok özledim", iş yeriydi mekan, yapamadım... Sesin gelene kadar hep bir şeylere küsüm, bir şeylere dargın... Alt dudağım titremekle titrememek arasında gidiş dönüş biletli... Alt dudağımı ve gözyaşlarımı durdurmaya acemiyim, alışmayayım... Ben sen yokken zamana fena halde düşmanım, çok yavaş, çok ağır, koca bir taş kadar ağır, 60 zalim bir sayı imiş aşkım anladım... Ah sesine nasıl da açım... Ben hiç bir gözü kipriklerim üzerinde böyle taşımadım, hiç bir kokuya böyle sarılmadım, şarkılara küsüp müziği böyle kapamadım. Ben sen yokken çok yalnızım, nemrutum, sıkıcıyım. Teki kayıp terlik gibiyim işe yaramazım, kırılmış son sigarayım, tuzsuz yemek gibiyim; tatsızım, yuvayı özleyen kediyim; üşümüşüm, nefessizim; inat bu ya boğulmamaya yeminliyim, boynuna sarılacağım an ölürmüş gibiyim; sabırsızım...


İki görüşme arasında, bir sonrakinin umudunu ateş diye yakıp ısınanım...

4 Aralık 2010 Cumartesi

selam sana 300başı...


Ohohoho işte benim adamım... Daha dün teslim oldu birliğine, bugün 300başı ya da onun gibi bir şey... Aslında sözüne ettiği başka bir şeydi, kumandan mı, başkan mı öyle bir isim telaffuz etti. Anlamayınca anlayacağım taraftan sordum, dedim kaç kişiden sorumlusun, bekliyorum ki desin en fazla 20-30, dedi 300... Dedim sevgilim, 2. gün 300 başı olmuşsun, askerlik bittiğinde bir korgeneral, efendime söyliyeyim genelkurmay o da olmadı kurmay albay, bilemedin kurmalı yarbay ya da buna benzer bir şey kesin olursun... Vuuuhuuu 2. gün 300 ha, askerlik 6 ay olsa eder 180 gün, 180/2 çarpı 300 oldu mu 27ooobaşı, 12 ay olursa askerlik, ki çok üzülürüm buna, teskere geldiğinde 54binbaşı... Aslanım yahu, kesseler acır biraz ama öperim geçer...

sevgiler asker... ;)
.
foto: "300 Spartalı"

3 Aralık 2010 Cuma

Gittin

bansky, girl with the red balloon

Gittin...

Dönüyorsun soluna doğru, yükseliyorsun parmak uçlarında hafifçe, kapılar, xrayler ve kırmızı bantlar ardında belki 30m uzağında duranlara el sallıyorsun. Bakıyorum sana son kez, yüzüne bakıyorum, ellerine bakıyorum, ne güzel gülümsüyorsun... Ben de yükseliyorum parmak uçlarımda, ne kadar yükselirsem o kadar iyi, ne kadar yükselirsem o kadar yaklaşırım sanıyorum... Son kare: annen ardından bakıyor, ben ardından bakıyorum, kardeşin bakıyor, 3 çift göz "gitmeseydin" diyor, "olsun bu da geçer" diyor, ben ağlıyorum ama gülümsüyorum da, uzaktan yaşlar görünmez nasıl olsa... Ve seni son gördüğüm o yerde kalıyorum.

Kadıköy iskelesi:
Sen gideli bir saat olmuş, Beşiktaş vapuru senelerin ustalığı ile yanaşıyor iskeleye, insanlar koşuyor, insanlar biniyor ben binmek istemiyorum. Islanmış gözlerimi saklıyorum mendil satan çocuktan. Demirlere dayayıp dirseklerimi, bir sigara yakıyorum içinde olmam gereken vapurun ardından. Işıklar, deniz, mekik dokuyan şehir hatları, yanmış Haydarpaşa garı... Haydarpaşa'ya ağlıyorum, Haydarpaşa bu aralar çok yalnız olmalı...

Beşiktaş:
Ev dediğim yer benim olmaktan ne zaman çıktı şaşırıyorum... Kapının önünde terliklerin, yatağın üzerinde pijamalar, yokluğun öyle doldurmuş ki evi seninle, her zamankinden daha çoksun, her zamankinden daha yakın... Terliklerini giyiyorum... Yine senin ayak sesinle doluyor koridor...

Bugün:
Sensiz ilk günümde işe gidiyorum, eve dönüyorum, yanımdan arabalar geçiyor, galiba insanlarla konuşuyorum, markete uğruyorum akşam, alışverişin sadece kendime olmasına içerliyorum. Sevdiğin şeyleri almak istiyorum, telaşla eve gidip senin için yemek yapacağımı hayal ediyorum, senin için yemek yapmak istiyorum... Eve geliyorum, aramanı bekliyorum epey zaman, arıyorum ismini, "aradığınız kişiye ulaşılamıyor" diyor bana acımadan, insan biraz olsun yumuşatarak söyler, aksinin imkansızlığını biliyorum ve tuhaf geliyor denemeye kalkışmam... Arar diyorum ankesörlü bir telefondan, mutlaka arar, telefon susuyor, ben susuyorum, yalnızlık boğazımı düğümlüyor, sesini duyamamak küstürüyor beni bir şeylere, içerliyorum durduk yere sebepsiz... Hiçbir şeye gitmiyor elim, kendimi nereye koysam batıyorum. Her yer diken herkes yabancı... Sonra ilk gün ve mutlaka yüzlerce asker, her yerde kuyruklar olacağını nihayet akıl edebiliyorum... Telefon kuyruğunda ağaç olup kurtlanacağına, aramasın tabii diyorum... Sana üzülüyorum bu defa, yorulmasın diyorum, kendimce bulduğum aramama sebebinin elinde olmayan niteliğine biraz da seviniyorum, o ufak sevince vicdanımdan topladığım taze azabı serpmeyi ihmal etmiyorum... Teselliyi kendim yapıyorum yokluğunda, görüyorsun... Ardından sesini bana çok gören düzene kızıyorum bir süre. Uzun uzun kızgın kalamıyorum, gücüm yok, lakin özlemden başka duyguya yer bulamıyorum .

Çevremde dönen tabloya eşlik ediyorum böylece ve el salladığın anda asılı yaşıyorum. Ben tam o anda, orada sana el sallıyorum hala, yüzüne bakıyorum senin 30m uzağında, gülümsüyorsun, gülümsüyorum...


kesindir, böyle olacak... :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...