30 Kasım 2010 Salı

Biliyorum olacakları...


Sen gidince, biliyorum olacakları
Hiç olmadığı kadar sarı bir sonbahar başlayacak önce,
Öksüz yapraklar bileklerime sarılacak sen diye
Rüzgar kapı arkalarında ismini üfleyecek
Ve yağmur üşenmeden arayacak seni her pencerede

Sokaklar boşalacak sen gidince
Başka adımlara yasaklar koyacak kaldırımlar.
Arnavut taşları damla damla atacak kendini
Yüz yıllardır tutundukları yollardan cayacaklar.
Salyangozlar büyüyecek sen yokken
Zamanı sayacağım kabukları üstlerini örterken
Kediler ağlayacak geceleri dışarıda
Ateş böcekleri sönecek ormanlarda.

Beyaz bir kış gelecek sonra,
Kar senin ayak izlerini bekleyecek caddelerde
Yokuş başlarını tutacak kardan adamlar
Kömür bakışlarında özlem
Beraber eriyeceğiz kar ve sokaklar...

Sen gidince, biliyorum olacakları,
Güneş her sabah gittiğin yerden doğacak
Bahar gittiğin yerden gelecek buralara
Dağ bayır sana açmış çiçek
Eve geldikleri gün dün gibi olacak...
Dün gibi olacak sana el sallamam
Asır gibi olacak sarı ve yeşil yapraklar arasında geçen zaman.
Kadehim hep adınla vuracak masaya
Bir fasılla gözlerim dolacak
Bir şiirle yaşlar akacak
Bir hatıran ile gülümseyeceğim bol bol
Bir öykü yazılacak sen yokken
Belki bir kaç şiir...

Yaz gelecek yokluğunda,
Su kenarlarında kayalar tutuşacak hasretinden
Çocukların ellerinden dondurmalar akacak
Deniz, ismini öğretecek kıyılara
Bir kaç yolun çizgisi sürülecek seni düşünerek,
Yolların çocukları mavi motoru arayacak.
Yol yorgunu mektuplar düşecek kapıya,
Telefonlar sessizlik yemini edecek.
Filmlerin hepsi sıkıcı.
Şarap faydasız,
Rakı kadehleri yalnız kalacak...

Derken sonbahar gelecek yine,
Yapraklar sabırsız atlayacak peşimden
Seni sorarak koşacaklar ayaklarım dibinde
Sahipsiz bir heyecan saracak şehri
Tüm kedileri ve kuşları ile doymuş beklemeye
Kimseler bilmeden ya da görmeden
Bir şarkı tutturacağım en keyiflisinden
Dudağımda neşeli bir ıslık
Yakın bir tarihe çentik atacağım
Bir elbise alacağım geldiğinde giymek için,
Belki bir ayakkabı
Saçımı toplayacağım sevdiğin gibi...

Biliyorum olacakları:
Gittiğinde düştüğüm zeminden, geldiğinde nasıl uçacağımı...
son 3 gün...

Ben eskiden 3 rakamını severdim. Puantiyeli elbiseler, fırfırlar, çocuklar gelirdi aklıma, hep gülümsediğini sanardım... Nereden bilecektim gün gelip de madik atacağını... Tuh olsun.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Son 4 gün...

Biliyorum bir elin 5 parmağı kadar bile değil ve biliyorum 4, küçük küçücük, kısacık ve az ama küçük düşlerimi acıtacak kadar büyük, "sayılı gündür geçer"lere kolay yem olacak kadar ucuz... Ardına alacağı 365 güne hazırlıksız bırakacak kadar zalim...

13 Kasım 2010 Cumartesi

45 yaşındaaaa da Adile de hanım pek de yaşlaaanmış oh oh oh!

Şarkımızın konuyla alakası yok elbet, sonundaki oh oh oh kısmını söylemek tam da böyle zamanlarda pek keyifli...

Bavul topluyorum a dostlar, onu mu alsam bunu mu, ya çok soğuk olursa, peki ya sıcak olursa, al hepsini, trekingleri al kızım yürürsün, şıkıdımları da al ama süzülürsün... Aaaa dur dur ayol 1 tanecik olsun etek olmadan şurdan şuraya gitmem, at çantaya... Samur tüm bunları görmeden bavulu kapatmalı, " yahu bi' sırt çantası yeterdi" derse, "amaaıın yarısı boş zaten" derken bir yandan da sırıtmalı.... Bavul tamam, peki ya bu yavrucak, ne zaman bavul ortaya çıksa içine girip oturuşunu görünce bakar kalırım, sonra sevincim de kursağımda taş olur... Benim seyahat neşem onun yalnızlık çilesi, ah benim paşam... Bu yüzdendir ki her yolculuk öncesi olduğu gibi evde dağ taş mama, her yer su kabı, sanarsın kedi cenneti...

Öyle ya da böyle bu evden bu gece bu kız gider, tutmayın beni tatil geldi, bir süre sonra uzun uzun özlemeye yollayacağım samur ve ben, büyük ayrılıştan evvel büyük büyük vakitler elele olacağız...

Döndüğümde neşeli, fotoğraflı bir gezi yazısı da yazarım elbet, elime mi yapışır...

oh oh oh oh!!! :))

12 Kasım 2010 Cuma

kafam bozuk!

Bugün benim biraz kafam bozuk...

Tırnaklarımın kenarındaki etleri yedim, çirkin oldu... Bir galon su içmişim, niyeyse dilim damağım kupkuru, o değil asıl mesele, tuvalete gide gele seramikler eskidi, kafam bozuk. Efkarlı bir Zeki Müren şarkısı tutturasım var, sözleri ne yaptımsa aklıma gelmez, ah efkarım bile yarım, kafam çok bozuk... Bilgisayarın fanı ııııının ıııııının ııının yapıyor, şimdi farkettim, ürperdim ense kökümden, bak bak bak tüylerim diken diken, sanki oldum tavuk. Bu bir işaret desem, uzasam ofisten güzel olur... Onun yerine bu fon müziğinde c vitamini içiyorum, sağlık için, uzun yaşamayı hedefliyorum lakin, yine de kafam bozuk. Turuncu silindir kutusu, alüminyum sargıları var, senelerdir aynı bu vitamin kutuları çok sıkıcılar ve hala çoz diyorlar suyu görünce... "Çozmuş!" Sigaranın zararlarından yırtıcam güya bu "çoz" sesi ile. Aslında bırakırım ben istesem de efkar bi' bıraksın eteğimi hele. Kendime attığım yalanları dizsem, buradan Üsküdar'a tüp geçit olur, yahu biri de beni doğrucu çıkaraydı be! Hani hep doğru söylersin, sonra bi' kerecik yanılırsın, yapıştırırlar yalancı mührünü... Benimkilerden biri de doğru çıkaydı ya hasbel kader... Kendime attığım yalanı piyasaya atsam, neydi o çiroz dolandırıcının adı, hani meşhur, belki o bile kabasına vura vura topuklarını kaçardı benden... Ama yok ben hep kendimi kandırıcam, bir de kedimi, çünkü o küçük şeylere inanıyor, onun tanrısı da eminim küçük, hemen geri dönücem sanıyor dışarı çıktığımda, uyuyor kalkıyor, kapının önünde oturuyor, üzülüyor eminim, bekliyor nitekim. Kedim gibi hep bekleyenlere üzülüyorum. Bir de üzüldüğünü düşününce üzlüyorum annemin, sevgilimin, kedimin... Az önce küçük dedim de aklıma geldi, ben eskiden okula giderdim. Şimdi işe gidiyorum, kimse bana bir şey öğretmiyor, para veriyorlar sadece, halbuki ben bir sürü şeyi bilmiyorum. Çocuk olsam para yetmezdi biliyorum, her dediklerini yapsam da sürekli "peki ne zaman oyun oynicaz" derdim ve kafam bozulurdu kimse oynamayınca, kafam bozuk... Ben sevgilimden uzakta kalıcam, yakın zamanda, çok uzun zaman, sesini bile duyamayacağım istediğimde, kafam bozuk işte. Masamdaki karton takvimle kesişiyoruz ilk kıpırtıda davranıcaz silahlara; o zamana, ben atık kağıt kutusuna... Kafam bozuk.

Bugün tutunacak bir yerini biliyorsam da hayatın, gittim kırdım filiz vermiş taze yerinden, kafam bozuk...

10 Kasım 2010 Çarşamba

diz elden çekilin bakiim!

Benim dırdırcı artist* dizlerime bunlardan almalı, üzerlerinde kurdelelerle ya çıldırırlar (ki benim herhangi bir sokağa böyle çıkmayacağım garanti) ya da bir şey olduk sanar mutlu olurlar...

Dizlerimdeki ağrılar geri mi geldi yoksa kuşlar mı çekti gitti? Geçen sene beni topal bırakan hani, hani her gece sabaha geçecek dediğim, hani yavaşlığıma dayanamayan kardeşimin kucağında gezdiğim... Tanrım, yaz gelmişti ve onlar gitmişti, kış geldi üşüdüler ve yuvaya mı döndüler... Sokaklarda sürünsünler... Geçen sene topal bıraktılar beni... Engelliler için her türlü çağrının kıymetini anladım; merdivenlerin çıkamayanlara nasıl kabus olduğunu bilir misiniz ey ahali? Gözlerim dolu dolu az bakmadım her yanı merdivenli yokuşlu sokaklarıma... Gitmişlerdi, döndüler mi geri? Doktor söyledi, bunlar bana eski bisikletçilik günlerinden ya da bir motosiklet kazasından yadigar... Ne sevinmiştim yerden kalkınca, yuppi sağlamım heh hee diye, erken öten horozmuşum, son gülenmiş esas oğlan... Kıkırdak zedelemeşim, yumuşatmışım her ne yapmışsam yapmışım... Belki de abartıyorum azıcık sızladılar diye yine üzülücem sanıyorum, belki de ağrımazlar kimbilir, mutlu onlar artık, geçti bitti, dindiler, di mi dizlerim?

Yürüyün nereye isterseniz
Ben her şeye razıyım,
Beynime siz söyleyin
Paşa keyfinize ne lazım
Ne derseniz eyvallah
Dizilerim kralsınız, ladysiniz,
Ne bileyim artık her neyseniz evelallah...
Yapmayın kıymayın acıtmayın,
Baksanıza ne güzel kız, maşallah... :)

Bana bakın tepemi attırmayın, diz elden çeklin bakiiim!


not-u dip: ne çok yalaka arapça kelime kullanmışım, "yallah yallah" diye bağırasım geldi... YALLAAAAH!




8 Kasım 2010 Pazartesi

üşüme diye...

sen yüz tatlı sularda,
ben kuruturum saçlarını,
üflerim sıcak sıcak...
ellerim okşar yüzünü
dudaklarım mırıldanır bir şarkı.
sen yüz tatlı sularda,
kıyılarda bekleyen benim
sıcak sıcak...
hoy la rila rila heeey heeey, hoy larilarila heeey!

Tatil gelüüür hoş gelüür ley ley lümlüm ley!

Büttün dünya buna inansa bir inansa, hayat bayram ossaaaaa!

ben kalender meşrepim oh oh, güzel çirkin aramam, amaaaan!...


Kızım bu hafta son, sonra tatil tam 1 hafta. Bir hafta demek ne demek biliyor musun? 5 gün artı 2 haftasonu yani 4 gün, tamı tamına 9 gün, hoy larilarila heeeey hey!... Lanet patron yok, sabah erken kalkmak yok, gezmek tozmak, yemek içmek semirmek var...


"Allahım ne kadar da mes'udum."

kaygılı not: durun, sakın bana pazartesi yarım gün çalışıcaz demeyin!

çok kaygılı diğer not: hoyraliralira heeey de nereden çıktı şimdi? kendine şok ol kızım, hatta istersen 1 dakikalık komaya gir, yere devril...

5 Kasım 2010 Cuma

24 saatin multi-pozitif anıları...

Çok pozitif biriyim ben canım....

Patronumun koridorda ileri geri ayak sesleri eşliğinde, hala bitmedi mi geç kaldık feryatlarına rağmen, çizimlerin bir türlü çıkmayan çıktılarını ermiş insan sakinliği ile alabiliyorum... Bu iş yerinde sabır taşı oldum, sukunet edindim, ermişler divanına yaraştım, huuu... Dilekler ve çaput bağlamak için, köşeyi dönen sıranın sonuna geçebilirsiniz. Karışıklık olmasın lütfen, kaput değil çaput. İlle de kaput bağışlamak isteyen varsa, azıcık daha az yesin biriktirsin aracın geri kalanı ile getirsin, rica ederim.

Toplantıda, çocukların bile aklına gelecek kadar basit fikirleri "bakın bakın ben ne düşündüm, hehe ben düşündüm" diye gururla söyleyen buldumcuk insanları gülümseyerek ve sanki çok yaratıcılarmış gibi gaz vererek dinleyebiliyorum. İçimden salaksınız dedim, evet dedim. Beni sevdiler...

Metro, otobüs gibi araçlara pek binmediğimden, (burjuvazilikten değil, işim evime 3 adım olduğundan) bir şey fark ettim, metroda herkes birbirini kesmede... İş çıkışı ve iş gidişinden başka zamanda kadın görmeyen halkımız piyasayı metrolara taşımış... Yorgunum, bitkinim, asabiyim, o kestiğin bıçağı etinle söker alırım, buradan fırlatır kaşların arasından vururum, senden trenlere makine yağı yaparım cümlesini sesli söylemiyor, kafamı çevirmekle yetinebiliyorum...

Yorgunluktan bittiğim ve eve kendimi devrilerek attığım, erkenden yatarım hayalleri ile yumuşadığım anda "hastayım" diye mesaj atan sevgülüme mızıklamadan tekrar giyinip koşarak gidebiliyorum, yine olsun yine giderim, hastasıyım... :)

Sabah sabah yersiz kaldığım vapurda yayıla yayıla oturduğundan mütevellit, "biraz sıkışır mısınız" dediğim ama bir kaç dakika suratıma suratıma gelen mel bakışlarla karşılandığım, kendisini takım elbiseliyim adam oldum sanan ama belli ki okuldan yeni mezun velede kızsam da çaktırmadım. Laptop çantan sağa atılmış, sol elde kahvenle ve beyaz yakandan aldığın güvenle kalabalıkta 2 kişilik yer işgal ederim sanıyorsun ya o iş öyle değil bir kere, yarın bakkallara imrenerek bakacaksın, bekle hele iş dünyası kıçına iki tekme atsın... Gittiğin yoldan dönüşteyim yavrum ben, çeykşele!

Sabah ofise 30 dk erken gelerek, cezeevine bilerek isteyerek en erken giren olarak, herkes için çay bile demledim...

Uykum var, öyle böyle değil...

Çok pozitif bir insanım, öyle böyle...

nameli not: "Hayat fena bir şey olmazıdı,
Sabah erken kalkmak olmayaydı..."

3 Kasım 2010 Çarşamba

beklenir elbette seve seve, sadece...

The Waiting, Gustav Klimt

Birini bildiğin hali ile uğurlamak mı zor ,
Bilmediğin hallerde geri gelişindeki belirsizliği beklemek mi?

2 Kasım 2010 Salı

amaaan doktur derdime çare...


Geçen gün mailime bir bilgi düştü...

Devletin size tahsis ettiği aile hekiminizi öğrenmek ister misiniz? Tıklayın o zaman!


Kimbilir ne çıkacak desem de merak işte, tıkladım... AA gerçekten evime en yakın hastanede bana, şahsıma, adıma, benim için diyorum heey, özel tahsis edilmiş bir hekimim var imiş. Gitmesem de görmesem de benimmiş... Aman pek güzel ne güzel, benim olduğuna göre sıra falan beklemeyeceğimdir herhal değil mi ey yetkililer... Yetkilileeeer?

Aile hekimliği hiç bilinmeyen bir dal, belki de yanlış seçilmiş bir dal ismi, kim bulmuşsa sanki biraz uydurmuş. Mesela neroşirurji gibi bir isim nerede (doğru yazdım mı acep), nerede aile hekimi. Doktor olmuş bu adamlar kolay mı? İnsan azıcık zor, azıcık da havalı bi' isim bulur, bu ne!

Aile hekimi... Saçma bir isim. Mesela aklıma gelenler:

---> Yalnızlar aile hekimine gidemez, önce aile kurun öyle.

---> Her seferinde ailecek hatta belki sülalecek mi gidilmeli?

---> Özellikle psikolojik bir konu bu, evet psikopatız toplumcenek, birer birer yetişemiyor devlet, ailecek belki 15-20 yıla, eh işte.

---> Aile hekimi aileden bir doktor demek, bizim ailenin hekimi dayımın baldızının görümcesinin oğlunun karısı Esra. Aslında göz doktoru ama biz böbreğimizi bile gösteriyoruz valla, bunun gibi bişi işte bu yeni uygulama da... Tanışmayan aile bireyleri kalmışsa onlar da tanışsın, herkes kendi ailesi içinde kendi sağlık sorununu çözsün diye. Bulaşmayın sgk'ya diye. İyi bişe tabi, yapmadığımız şey mi, değil!

Aslını merak eden google'da baksın neymiş, kimmiş, ne yaparmış. İşler yolunda giderse iyi bir şey, gitmezse de uydururlar canııııım sen de, dert ettiğin şeye bak!...

.
gereksiz not: durmaksızın "aile hekimi" derseniz "alimeki" diye bir kelime çıkıyor.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...