26 Ekim 2010 Salı

Modern Macera

Hüseyin Çağlayan çalışması

Haftasonu İstanbul Modern'e gittik. İnsan sergi-galeri gezince kendini iyi hissediyor, sonunda bir haftasonu da faydalı bir iş yaptım diye de övünüyorsun. Kalıcı serginin değişmeyen tablolarını görmekten biraz sıkılmışız ama olsun hatırlamış olduk, bir dahaki sefere artık hatırlatmasalar iyi olur. O geometrik desenli, büyük dikdörtgen tabloyu da hiç sevmiyorum, canımı sıkıyor.


Soyut olduğunu sandığım tabloların çoğuna "ben de yaparım ne var yani" yorumunu yaptığım için utanmam gerekiyor olabilir, yine de fikrim değişmiyor. Sanatçının eserine saygı hürmet sonsuz, lakin elde değil bende bu etkiyi yaratıyor. Hepimiz resim ve sanat duayeni olmadığımıza göre, bu yorumu yapma hakkımız da saklıdır herhal... Öyleyse haydi tartışalım, sanat kimin için? E benim için, yakında resime başlıyorum ve kendim için kendi sevdiğim şeyler yapıcam, eşe dosta vericem, zorla duvarlarına asıcam, asmayanı portresini yapmakla tehdit edicem. Belki sergi bilem açarım, buradan da davetiye yazarım... Şimdi gidip yeşil çay içeyim...

Sergide görülebilecek, bir H. Çağlayan çalışması


Asıl gidilesi sergi Hüseyin Çağlayan, ilginç olduğu kadar takdir edilesi deneysel bir modacı, hem film hem de moda çalışmalarını sevdim, üstelik onun işlerine "yapabilirim" bilmişliği ile de bakmadım, bakamazdım. Benim (sıradan) bakış açım önemli mi bilmem ama çalışmları etkileyici idi... Adam elbiseyi demir tozuna bulayıp toprağa gömmüş sonra çıkarmış defilede kullanmış, 40 sene düşünsem aklıma gelmezdi. Değişik olmuş, evet kesinlikle deneysel çalışma olmuş, fakat benim aklıma ilk gelen "bu tozlu kirli şeyi kim giyer şimdi" olunca sanırım sihir bozuluyor bir nebze. Sanatçı zarafeti ile elimi çeneme alıp "hmmm enteresan, modadaki bidi bidi akımı ile tırıvırı düşüncesinin toplumsal fiktiriğe ilginç bi tepkisi aslında bu" türünden bir yorum yapamayacağım içindir, giyilir giyilmez, güzel, çirkin, ah çok yaratıcı, çok sıradan diyorum hiç istemesem de, utancımı da cebime atıyorum evde çıkarıp bakarım diye... Parlak yorumlarım olmasa da en azından farkındayım durduğum yerin. Bu da bir bilinçtir, bir şeyler farkındalıkla gelişir diyerek kendimi ve de benzerlerimin oluşturduğu toplumu teselli edebiliyorum. Hatta bu yüzden kendimle ne çok övünsem azdır... Az övündüm zaten, mütevazi biri sayılırım.


Hüseyin Çağlayan defilesinden, değişen kıyafetlerden biri.


Sergide gezmenin en kötü tarafı ayaklarınızın sanattan anlamaması, aslında çıplak ayak gezilmeli sergi, arada oturup parmaklarını ovuşturabilmeli insan. Hatta aralara, içinde su olan, minik havuzcuklar yaparlarsa vallahi sanatsever bir toplum olur çıkarız: "Yetkililer sesimi bi' kere de duyun ya!"

Sergide gezdikten sonra kafede sıcak çikolata için, iyi yapıyorlar aferim, sanatsal yorgunluğunuzun yükü altında ezilmiş bireysel ayaklarınızı yumuşatmak için girişilmiş bir eylem olarak işe yarıyor (yorum yapamam mı sandınız! hahhayt). Neskuik değil gerçek çikolata tadında ki bu zor bulunuyor artık. Cheesecake yemeyin.

Çıktığımızda askerler, polisler, tv kanalları... "Hah sonunda yakayı ele verdik" dedik ki, devletimizin başı Body World's sergisine gelmiş diye duyunca rahatladık, o varken bize bir şey olmazdı netekim. İçeride sergiyi gezen sıradan vatandaşa azıcık üzüldük. Devletin başı bakarken çevresindeki ekip de (tahmini: koruma, danışman, polis, asker vs.) aynı body'e bakacağından en az 5m'lik çap içerisinde rahat hareket engellenecektir ki bu, paranla rezil olmanın bir başka boyutudur diye kurduk, ama belki de öyle olmamıştır, belki de yalnız gezmiştir sergiyi, belki de şaha gelmiş daha bir görünür olmuştur body'ler, kimbilir...

Karaköy Bankalar Caddesine de gitmişken bir baktık, özlemişim o karamsar dev binaları. Çakma İspanyol merdivenleri de aynen yerinde, ama eskiden bir sürü kedi olurdu basamaklarında, şimdi sadece bir tane görebildim, belediye cevap versin: kediler nerede? Arka sokaklarda ise çok güzel eski binalar keşfettik, teeeğ 1300'lerde Cenevizliler yapmış, ama ne "su samurum" ne de ben fotoğraf makinası almayı akıl edemediğimiz için belgeleyemedik. Korunamamasına vahlandık, dövündük, Kadıköy vapuruna yollandık.

Pazar kahvaltısını Karaköy'de yaparım sananlara duyurulur, tüm mekanlar hınca hınc, özellikle her iki Namlı. Geriye börek çörek seçenekleri kalıyor, bilin de gidin, sonra üzülürsünüz.

Hüseyin Çağlayan hakkında bilgi için fotoğrafına tık diyin... ;)


2 yorum:

vintage peony dedi ki...

Sergiyi ben de görmek isterdim. Ama bitti galiba :(

uçuşuk dedi ki...

Evet bitti, kaçırmana üzüldüm...:( Tam senlikti...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...