11 Şubat 2011 Cuma

bir kaç hafta

Oooo ou... hayat geçmiş geç kalmışız...

Zaman gelip geçerken en çok yedim içtim, oh aman yaradı da sanki, ama gördüklerimden bahsedeyim. Yiyen var yiyemeyen var, bizim kültürde yemekleri anlatmak da ayıptır zaar... Bizim dediğim, aynı mezrada yaşayan böyle senin benim gibi bir kaç kişinin toplanıp, zaman içinde keyfe keder yarattığı, sonra kanun hükmünde bazen insanın boğazına yapışan, bazen yüzünü güldüren sosyal davranış alışkanlıkları işte, olmalı, olsun, aferim. Lakin şanslıyım, bir çok kültüre dağılmış bir aileden geldiğimden, kozmopolit diyeceğim geldi hatta, canım nasıl isterse o tarafa geçiveririm, sefam olsun...

Zaman geçiyor duralım, geçen zaman içinde ben yine bekledim ağır ağır, bekleyiş denen fiil zaten hep ağırdır, çantaya koysan dibini deler, öylesine ağır... Zaman dalgacı, şımarık, arsız hep fazlasını isteyen... Nanik yapar köşeden, bir terlik atarsınız, ıskalar, terliği uyduya bağlayıp koordinat girme, hedefi tam kafadan vurma fikri gelir akla, üşenilir ve kivi yemeye devam edilir. Neden baktın? Ne var yani, bizim kültürde ne yediğini söylemek samimiyetten sayılır... Şimdi anladın yukarıdaki cümleyi...

Geçen zamanda sigaranın bıraktığı boşlukları doldurmaya hevesli 1-2 kiloyu vermek için efor sarfetme çabasına girdim, hayatımda ilk kez kilo verme çabasına girdim ve hazin son, veremedim... Neden? Çünkü tıkınma mevzu bahis olduğunda kısa mesafe koşucuları gibi az zamanda çok ve büyük yemekleri yer buldum kendimi... Yemek yemek olsa yine iyi, fındık, fıstık, badem... Çünkü efendim Body Worlds'e gittim bütün afişleri okudum, şarap antioksidanmış, gençlik için içmek lazımmış sık sık, eee kuru kuru içecek değilim ya... Sigarayı da hiç ama hiç özlemedim, yanımda içilince bile... Eskiden karşımdaki sigara yakınca, otomatikman aynını yapardım, Pavlov'un köpeği gibi. Ne büyük esaret ne büyük ilizyon... Artık gözüm görmüyor, içkiyle imiş, kahveyle imiş, karşımdaki tüttürür imiş, farkına bile varmıyorum... Bunun bedeli 2 kilo ise kabulümdür, kalsın...

Yogaya yeniden başladım bu arada, şimdilik 1 aylığına, sevmedim gittiğim yeri, eskiden gitiğim merkez daha temizdi... Hijyenik koşullara yterince dikkat etmeseler de yine mis gibi ikiye katlanır oldum 1ayda, pek güzel, bir kaç ay devam etsem sirklerde işim hazır. Hatta Sirque Du Soleil gelmişken bir Cv göndereyim, yaz kızım, özel yetenekler: "uçuş iyi, konma sıfır, cansız çakılma mükemmel"...

Yoga falan hikaye bizim memlekette stres atmanın yolu bir diğerine yırtınarak çemkirme... "Allaıma kitabıma senin.... " diye başlayan sokak kavgalarının hepsi bir nevi stres atma ritüeli... Geçen gün çabuk kızan, derhal yatışan dolmuşçuların telsiz konuşmaları bindiğim dolmuşu çınlatırken kahkahamı dudaklarıma sıkıştırmak sureti ile geri bastırmam gerekti mesela. Aynadan bütün dolmuşa hakimim, herkesin suratı işten çıkmış 5 karış, şöför kendi halinde Maçka'dan ne yapıp edeyim de sahil yoluna ineyim derdinde, içeride ölüm sessizliği, kıprdayan tek şey direksiyon ve onu tutan kollar... Tam o sırada, aniden, telsiz, bızzıt, cıppızt! yapar ve avazı çıktığı kadar çemkiren bir ses gelir: "Eminönün'de araç kalmadıaaa, acele etsenizeeee, millet yığıldı bekliyo başımı belaya sokmayıııın, oyalanmayıııııııaaaağğğğn!". Kendimi kahkahayı basmamak için zorladığım an, aynaya baktım o sessiz ve tepkisiz suratlar aynı bıraktığım gibi yerinde, yankılanan isyan eden ses hayatıma renk katmıştı, katmakla kalmamış, tam bir çizgifilm sahnesine çevirmişti ortamı, fakat kimsenin yüzünde çizgi bile kıpırdamadı. Daha güzeli de oldu, yırtınan Eminönü'ne dolmuşların birinden sert vurgularla, sinirle cevap geldi: "Sağa çekip çay içmiyoruz, yoldayız!". Bir başkası: "Nişantaşı kapalı, nasıl gelsin araç", Eminönü, içindeki şeytanı salmış rahatlamış, yumuşak tonda: "çabuk olun", yumuşayan Eminönüne ilk sert çıkan dolmuştan cevap, bu sefer masum, şaşkın ve teslim bir sesle: "biz çabuğuz da bu millet yürümüyo ki"... Stresler atıldı velhasıl... Tabi millet yürümüyo, ne de olsa bir yerden bir yere gitmesi gereken sadece dolmuşlar, diğerleri yollara eğlenmeye çıkmış sallanıyor, ellerinde kadehler caddenin göbeğinde gerdan kırıyor, gitmemek için bahane bulan mı ararsın, frene zevkinden basan mı, yola inip turistik fotoğraf çektiren mi, yoksa arabayı bırakıp çaya kahveye diye yan arabaya geçen mi, eyy ey...

Bu arada sevgili asker Otoko'yu çok özledim, gitti gideli, kafamın etrafı bulutlu, nemli, fırtınalı... O gelmeden bullutlar dağılıp gitmeyecek, kafam üzerine güneşli günler gelmeyecek... Fakat bu sabah kıvrak bir manevra yaptım, zamana 1 gol attım, aniden gelmesine sadece 2 regl dönemim kaldığının farkına vardım... Bu buluşum harika, o dönemlerin gelişi hep "yine mi" dedirtir, 2 periyod arasında zaman ışık hızı gibi geçiverir. Sadece 2 kere daha ve sonra yanımda, zamanı hızlandıran fikrimle ne kadar övünsem azdır... Neticede zaman-mekan kavramı sıkı bir gol yedi benden... :)

Hayat gerçekten güzel...


Öperim,

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...