3 Aralık 2010 Cuma

Gittin

bansky, girl with the red balloon

Gittin...

Dönüyorsun soluna doğru, yükseliyorsun parmak uçlarında hafifçe, kapılar, xrayler ve kırmızı bantlar ardında belki 30m uzağında duranlara el sallıyorsun. Bakıyorum sana son kez, yüzüne bakıyorum, ellerine bakıyorum, ne güzel gülümsüyorsun... Ben de yükseliyorum parmak uçlarımda, ne kadar yükselirsem o kadar iyi, ne kadar yükselirsem o kadar yaklaşırım sanıyorum... Son kare: annen ardından bakıyor, ben ardından bakıyorum, kardeşin bakıyor, 3 çift göz "gitmeseydin" diyor, "olsun bu da geçer" diyor, ben ağlıyorum ama gülümsüyorum da, uzaktan yaşlar görünmez nasıl olsa... Ve seni son gördüğüm o yerde kalıyorum.

Kadıköy iskelesi:
Sen gideli bir saat olmuş, Beşiktaş vapuru senelerin ustalığı ile yanaşıyor iskeleye, insanlar koşuyor, insanlar biniyor ben binmek istemiyorum. Islanmış gözlerimi saklıyorum mendil satan çocuktan. Demirlere dayayıp dirseklerimi, bir sigara yakıyorum içinde olmam gereken vapurun ardından. Işıklar, deniz, mekik dokuyan şehir hatları, yanmış Haydarpaşa garı... Haydarpaşa'ya ağlıyorum, Haydarpaşa bu aralar çok yalnız olmalı...

Beşiktaş:
Ev dediğim yer benim olmaktan ne zaman çıktı şaşırıyorum... Kapının önünde terliklerin, yatağın üzerinde pijamalar, yokluğun öyle doldurmuş ki evi seninle, her zamankinden daha çoksun, her zamankinden daha yakın... Terliklerini giyiyorum... Yine senin ayak sesinle doluyor koridor...

Bugün:
Sensiz ilk günümde işe gidiyorum, eve dönüyorum, yanımdan arabalar geçiyor, galiba insanlarla konuşuyorum, markete uğruyorum akşam, alışverişin sadece kendime olmasına içerliyorum. Sevdiğin şeyleri almak istiyorum, telaşla eve gidip senin için yemek yapacağımı hayal ediyorum, senin için yemek yapmak istiyorum... Eve geliyorum, aramanı bekliyorum epey zaman, arıyorum ismini, "aradığınız kişiye ulaşılamıyor" diyor bana acımadan, insan biraz olsun yumuşatarak söyler, aksinin imkansızlığını biliyorum ve tuhaf geliyor denemeye kalkışmam... Arar diyorum ankesörlü bir telefondan, mutlaka arar, telefon susuyor, ben susuyorum, yalnızlık boğazımı düğümlüyor, sesini duyamamak küstürüyor beni bir şeylere, içerliyorum durduk yere sebepsiz... Hiçbir şeye gitmiyor elim, kendimi nereye koysam batıyorum. Her yer diken herkes yabancı... Sonra ilk gün ve mutlaka yüzlerce asker, her yerde kuyruklar olacağını nihayet akıl edebiliyorum... Telefon kuyruğunda ağaç olup kurtlanacağına, aramasın tabii diyorum... Sana üzülüyorum bu defa, yorulmasın diyorum, kendimce bulduğum aramama sebebinin elinde olmayan niteliğine biraz da seviniyorum, o ufak sevince vicdanımdan topladığım taze azabı serpmeyi ihmal etmiyorum... Teselliyi kendim yapıyorum yokluğunda, görüyorsun... Ardından sesini bana çok gören düzene kızıyorum bir süre. Uzun uzun kızgın kalamıyorum, gücüm yok, lakin özlemden başka duyguya yer bulamıyorum .

Çevremde dönen tabloya eşlik ediyorum böylece ve el salladığın anda asılı yaşıyorum. Ben tam o anda, orada sana el sallıyorum hala, yüzüne bakıyorum senin 30m uzağında, gülümsüyorsun, gülümsüyorum...

2 yorum:

francesca mckennitt dedi ki...

Daha bayağı uzun zaman yolunu gözleyeceksin anlaşılan.. Kolay gelsin :)

uçuşuk dedi ki...

Teşekkür ederim Frabcesca...
Bunun da neşeli bir tarafı bulunacaktır, umuyorum...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...