23 Aralık 2008 Salı

KIŞ..."kışt!"


Onu bunu bırakın da kış geldi yine… Artık mekanımız sağı solu önü arkası kapalı sobe!… Tekrar tekrar solunup ortama bırakılan bol karbondioksitli, biraz da nikotinli bir karışımı hava niyetine çekip içimize ardından yine aynı yerine bırakmamız farzdır. Plastikmiş, kağıtmış hepsi palavra içimize kadar işlemiş geri dönüşüm bilinci diye buna derim ben işte…

Bundan böyle, ışıklar erkenden yanacak ve perdeler de erkenden kapanacak: "Bakmayın, görmeyin, bilmeyin, höt hüt" ya da “ooo seyrül sefadasınız bakıyorum, biletin var mı delikanlı” dercesine… Her akşam aynı saatte karşı apartman sakinleriyle perde kapatma turnuvasında buluşulacak, kurallar basit: önce gözgöze geliyoruz sonra aynı anda panikle kaçırıyoruz o gözleri, ve bu esnada daha önce hiç insan görmemiş de ilk kez bir tanesine denk gelmişiz ifadesini iyi yapmak işin inceliği. Sonunda da asık suratlarımız ile korniş yakarak çekiyoruz perdelerimizi… Halbuki sırf kuralları çiğnemek adına gözlerinin içine baka baka ne çok gülümsemek istiyorum karşı apartmandaki o nemrut teyzeye…

Bu sıralar sokakta kediler de giderek azalıyor mu ne, nerede bunların geri kalan yarısı? Üşüdüklerinde kaçtıkları yer her neresiyse, ben de oraya mı kaçsam girsem diyorum da bazen, çok sürmüyor vazgeçiyorum hemen, bir mevsimlik aşkım kalorifer peteklerim yolumu gözler... Arı olsam ancak bu kadar sevebilirdim petekleri… Sonra çıkıp perdelerin arkasındaki sokağa minik hayvanlarımın minik kaplarına akşam mamalarını bırakıyorum, gel pisi pisi!…

Postacı filmindeki Şaban’nın yürüme yarışındaki hali gibi insanlar nereye yetişiyor ki böyle, hayırdır ben de mi koşsam? “Sayın seyirciler her kış yapılan Geleneksel Soğuktan-Borandan Kaçma Yarışı aynı hızla devam etmekte, ulan hala evrimleşemedik, her kış üşüyoruz.” Araba tekerleklerine kilitli bir sürü yalvaran göz görüyorum, insanoğlu için yeni yıkanmış gıcır bir pantolonla çamurlu sokaklarda dolaşmak, bir köpek için sokakta yaşamaya çalışmaktan daha zor olmalı... Düşünebilen canlı olma temiz pantalonla mı simgelenir?

Yapraklar ola ki düşecek toprak bulmuşsa gübre olma yolunda: başka yerde şiirsel anlamı olabilir fakat bu şehirde ağaçların büyük kıyağıdır yapraksızlık… Kuru dalların ardında açığa çıkan deniz manzaralı evleri satmanın tam vaktidir mesela. Fakat “çok guzsel denüz manzarası da var abla” derken alacağınız komisyonun tatlı hayaliyle gevşeyip, açık etmemek kati suretle gereklidir… Satmaya niyeti olmayanlar için diğer ve asıl güzel alternatif, pencerede oturup, pencerede derken apartmanın cephesinde değil, içeride cama yakın bir koltukta oturulacak diyorum, sadece kışın görünen denizin keyfini iki yudum çayla çıkarmaktır ki oyum bu seçenekten yanadır… Sadece kışın görünen bir manzarası bile olmayanlar ise perde yarışlarında altın, gümüş ve bronz için ter dökmeye devam etmekle yetinecektir ya da bir film izlerken kahve içsinler, kitap okusunlar, sohbet falan etsinler ne bileyim işte ben mi söyliyeceğim her şeyi…

Kış geldi diye Mısır Çarşısı'nda gerdan kıran, beline ceket asıp kıvırtan esnaf olduğu söylenir, söylenmese bile olabileceğine inanmak güzel… Aktarlara da gün doğmuştur elbette… Mevzim nezle, grip, bilimum tıksırıp pıksırma mevsimidir ki zencefil, tarçın adaçayı, ıhlamur… vs her derde deva kocakarı ilaçları yok satmaktadır. Doğalgaza dar yetişen paradan sonra doktora yetişemeyen paraların tam karşılığıdır, hatta üstüne gidip turşu suyu içecek yanında da döner ekmek yiyecek bir miktar para kalması kuvvetle ihtimaldir…

Av mevsimi açılmıştır... Evlerde delici aletlerin taze et avına çıktığı zamanlardır: "kazak eseri" yaratma hayali ile yanımıza aldığımız o masum görüntüleri ardında boy boy, numara numara şişler “ah ulan ah şimdi Bayrambaşa’da olacaktım” diye birbirine caka satmaktadır… Sokağa çıkamayan ev teyzelerinin diğer kısmı ise tığlara kendini adamaktadır ki onlar şişler gibi açık vermemekte zarif görüntüleri ardına başarıyla gizlenmektedir, yere balan yürek yakan bu delikanlılar öldürücü olmasalar da çok canlar yakabilmektedir…

Kırsal kesimde küçük-büyük başlar ve kümes hayvaları hepten siyamlaşıp tek yekün halde ilkel bir “heating system” oluştururken medeni dünyada genetik kodlarımıza kazınmış bu davranış biçimi sevgililer arasında sürdürülerek gelecek nesillere aktarılmaktadır. Kış mevsimi, aşıkları ısınma maksadı ile sobaya yapışır gibi birbirine yapıştırır, yaza da allah kerim…

Hala şanslı bir kısım sobalı evde ise kestane kokuları yükselip şehrin geri kalanına “o gazı aldınız ya işte bunu kaybettiniz” diye avaz avaz bağırmaktadır. Bir yanı pembe diğer yanı bej, çift renkli insanların yaşadığı evlerde bu sıradandır ve artık sadece geçmişe özlem duyan bir kısım kombili ev insanının tatlı anıları arasındadır…

Mevsim kıştır, yorgan-döşek zamanıdır, insanlar yatakta duran kelleler görüntüsünde kundaklı bebekler misali uymaktadır… Bense sönmüş petekler saatinde, oturmuş kış geldi diye bu yazıyı yazmaktayımdır: netice itibari ile aile arasında akıl küpü olduğuma dair söylenti de yalanlanmış bulunmaktadır… :)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...